Mustafa Yiğit
Biz Milenyumlular
Tüketim Kültürü üzerine yazmak; bütün uğraşım buydu. Nihayet bugün elime aldığım tükenmez kalemle, karaladım tüketime dair. Beğenmedim. Attım çöpe. Yeniden başladım, ama olmuyordu; tüketim kültürünün en sadık müşterisi ben, tüketim üzerine iki laf edemiyor, yazarken tükettiğim kağıdı ve kelimeleri, çöpe atıyordum. Tükenmez kalemimin de ömrü tamamlanmak üzeriydi bu arada,ucundaki son damla mürekkeple yazdığım cümlenin sonuna bile gelemeden , tüketmiştim onu da. Bütün üflemelere rağmen hayata döndüremiyor, atıyordum çöp kutusuna tükenmez kalemimi. Yine yazamadım... Tüketim kültürünün sosyolojik, felsefi temellerini anlatacaktım oysa size. Hatta diyecektim ki bizim yüzyılımızın meselesi To be or not to be değildir. O Shakespearein Avrupasının meselesiydi Montegü ve Kapulet lerin, olması ya da olmamasının sorunsalıydı, Shakespearein ki. Oysa biz milenyum insanlarının meselesi, to be or have to bedir. Sahip olmak, sahip olduklarının dayanılmaz cazibesiyle kendinden geçmek ,adeta kendine bir alamut kalesi yaratmaktır biz milenyumluların derdi. Evet bunları bütün çıplaklığıyla itiraf edecektim size. Hatta ayinlerimizde ki girizgah cümlemizin ilk kelimelerini de fısıldayacaktım, yeni müritler katabilmek için aramıza... Aç kulağını ve dinle, söylüyorum, diyecektim. TÜKETMEK TÜKETMEK TÜKETMEK.... Evet duydunuz sihirli kelimeyi. Artık sizi de bekliyorum kalemize, var mısınız bizimle hala tükenmedik duygularınızı, hayallerinizi, umutlarınızı, hatta hatta, hayatlarınızı tüketmeye. Cesaretiniz var mı tükenmeye... diyecektim. Tükettiklerin kadar söz edilirsin, biz milenyumluların sohbet meclisinde. Senin hayır ve hasenatın konuşulmaz, ana babandan aldığın hayır duaları da bu meclisin gündeminde değildir. Çünkü almak, vermek ,sadece mal ile karşılık bulur bizde. Hizmetin alınıp verilmesi geçen yüzyılların yarenler meclisinin sohbet konusuydu. Oysa biz cenneti değil, hurmayı isteyen neslin temsilcileriyiz. Bize ideolojiler de o kadar cazip gelmiyor artık. Çünkü onların dünyası da cennet vaad ediyordu. O kutlu gün geldiğinde; sosyalist devlet kurulduğunda, kızıl elma yı tutan turan ellerle buluştuğumuzda, İslam dinarını yeryüzünün en konvertıbıl parası yaptığımızda.... Evet bütün bunların gerçekleşeceğini umduğumuz bir sırada, ideolojinin ve tarihin sonu geldi dedi, çekik gözlü Amerikalı, Tarihin Sonu ve son İnsan, adlı bir hayli hacimli eserinde... Ve hiç çekinmeden pervasızca haykırdı: Bütün ideolojiler bir yanılsamaydı, tek gerçek ferdin tüketime yaptığı katkıydı ve tükettikleri kadar pay almalıydılar toplumdan milenyumlular. İnsanlar tükettikleri ürünlerin rayiç bedelleri kadar değerlidir ve insanların tükettiği markalar, gezdiği, eğlendiği mekanlar aynı zamanda bulundukları sosyal konumun koordinatlarıdır. Buna biz milenyumlular, sosyal duruş deriz. Milenyum da sosyal duruşun en önemli göstergelerinden biri de şüpesiz kullandığımız kredi kartlarıydı. O yüzden her şeyden önce kredilendirilmeliydik kartlarla. Çünkü kredi, itibar demekti ve eski yaşamımıza ait kavramlardan/kelimelerden sadece itibara(kredi/kartına) itibar etmeliydik. Kalbimize en yakın yerimizde, ceketimizin üst cebinde bulundurduğumuz, kartlarımız en zor zamanlarımızda bize hızır gibi yetişmeliydi. Milenyumda koleksiyon alışkanlıklarımız da değişmeliydi. Sevgilimizi ayartmak icin artık pul koleksiyonumuzu değil kredi kart koleksiyonumuzu göstermeliydik.. Ve maaş günümüz gelmeden, kredi kartlarıyla maaş istihkaklarımızı tüketmeliydik. Ayinlerimizin girizgah cümlesinin ikinci kelimesini de öğrenmek istemez miydiniz. İsteseniz de istemeseniz de söyleyeceğimi siz de biliyorsunuz geçti, çünkü biz milenyumlular pervasız insanlarızdır. Karşımızdaki insandan ziyade önemli olan bizim neyi isteyip istemediğimizdir. YENİLİK, YENİLİK, YENİLİK Evet emrin ilk şartını yerine getirmek için, yani iyi bir tüketici olmak için yeniye , yeniliğe tapınmalıydık. Her şeyimizi yenilemeliydik baştan aşağı. Hayatımızı yamalı bohça olmaktan kurtarmalıydık. Hatta evlilik akdimizi bile ,biran önce boşanmak için gerçekleştirmeliydik. Biran önce boşanmak için evlenmeliydik. Birbirimizle yüz göz olmayacak kadar eskimeden, bitirmeliydik evliliklerimizi. Oysa pamuk yanaklı ninelerimiz eskitirdi her şeyi. Saklarlardı hatıralarını, en silik ,siyah beyaz fotoğrafların da olduğu ceviz sandıklarda. Ve kocasına hıdrellez günü hediye ettiği işlemeli mendil de sandığın en mütevazı köşesinde hala ütülü bir şekilde dururdu pamuk yanaklı ninelerin. Ta ki peçete mendiller çıkana kadar... Biz milenyumluların çıktığı bilmem kaçıncı kızın ,sahte gözyaşlarını silmek ve o sahte gözyaşlarını çöpe atabilmek için kullanacakları peçete mendiller icat etmeliydik. Çünkü çıktığımız kızlar,artık pamuk yanaklı nine olmak istemiyorlar ve işlemeli mendiller de, bizim fondötenli yüzlerimizde izler bırakıyor. Ve biz, sevgi denen, göz pınarlarından süzülen o geri duyguyu, bir daha dönmemek üzere geri dönüşüm kutusuna atmalıydık. Çünkü,kullan at , biz milenyumluların felsefesi. Mendili . göz yaşını ve çıktığın kızı... Yüzü ileriye dönük bizlerin işlemeli mendillerle eskiyle göz göze gelmemeleri gerekir. Eskiyle göz göze gelenlerin vefa, muhabbet ,sadakat gibi kredisini doldurmuş kavramlarla karşılaşmaları onlara ilgi ,hatta özlem duymaları ,uyum bozukluğuna yol açar bizim dünyamızda. Zengin olmanın tanımı da Adam Simithi çoktan aşmıştır artık. Tasarruf ederek uzun sürede biriktirmek ve biriktirdiklerini dağıtmak değil , kısa sürede biriktirmek ve kısa sürede tüketmektir, zenginlik. Zenginlik ,bir bardak çayı, bilmem hangi beş yıldızlı otelin lobisinde , üç milyona ,(pardon beş dolar diyecektim) içmek; ceketin en Versacesini, Çayda çıra yanıyor adlı otantik parça eşliğinde, en gözde eğlence merkezlerinden birinde çakmakla tutuşturmak; su eski bir yıkanma tekniği olduğundan, barmenlerin patlattığı en kaliteli şampanyalarla yıkanmak; en kral arabalarla Bağdat caddesinde arz-ı endam etmektir..Kısaca en lerle yaşamaktır biz milenyumlular için zenginlik. Ve Maraşlı Meczup Zeki de yalan söylemiştir: Zengin adam olmaz . adam zengin olmaz. Haydi var mısınız, biz milenyumlularla hala tükenmedik duygularınızı, hayallerinizi, umutlarınızı, hatta hatta hayatlarınızı tüketmeye, tükendikçe tükenmeye...