Mustafa Yiğit
Bize lazım olan fantazi değil, basiret
Çok okumalıyız. Özellikle siyasilerimiz çok okumalı. Son günlerde etrafı toz duman eden tartışmaları göz önüne alırsak Başbakanımız daha da çok okumalı. Bildiğim kadarıyla kitap okumayı pek sevmiyormuş Başbakan. Ama okumadan bu işler olmaz. Tabii ki okumak derken, Dan Brown serisinden bahsetmiyorum, kendi ülkesinin geçmişinde yaşanmışlıkları anlatan kitapları okumalı sayın Başbakan. Bu ülkede başbakanlık yaparken neleri dikkate alması gerektiğini etrafındaki danışmanların sarf ettiği süslü sözlerden değil, bu tarz kitapları okuyarak öğrenebilir. Çünkü sayın başbakanın danışmanlarını az çok tanıyorum. Çevresinde bir kaçı dışında, ayakları yere basan adam yok denecek kadar az . Pek çoğu şöhreti yeni yakalamış sanatçı psikolojisiyle ortalıkta geziniyor. Unutulmamalıdır ki, şöhreti yakalamada bir basamak değildir başbakanlık koridorları. Orada ciddi manada siyaset üretilir. Ülkenin geleceği tayin edilir. Fantastik çizgi roman kahramanları yaratılmaz! Ahmet Taşgetiren Yeni Şafak tan istifa ederken sanırım bunu kastediyordu; bu ülkenin hayrına işler yapmak için basiret gerekir, fantazi değil.
Bildiğiniz gibi benim en sevdiğim kitap türleri seyyahların kaleme aldıkları eserler ve anılar. En son okuduğum kitap da bu türden. Çok önemli bir döneme ışık tutuyor. Kitap bu dönemde büyük bir devletin fantaziye nasıl kurban gittiğini en dramatik şekilde anlatıyor. Hüseyin Cahit Yalçının siyasal anıları İş Bankası yayınlarından çıkmış. Gerçi öztürkçe hastalığı nedeniyle kitabın edebi özgünlüğü zedelenmiş, yazarın edebi üslubuna halel gelmiş ama şunu peşinen söyleyeyim merak ve ibretle okunacak kitaplardan biri olmayı şimdiden hak ediyor, Hüseyin Cahit Yalçının siyasal anılar kitabı. Bu kitabı okurken aslında her satırı çok dikkatli okumanız ve okuduklarınız üzerinde saatlerce düşünmeniz gerekiyor. Kitabın tamamını burada ela almaya kalksam, bana ayrılan köşeye sığmayacağı muhakkak. Ancak beni en çok etkileyen birkaç satır var ki, onları sizinle paylaşmak istiyorum, eserin tamamını okumak sizlere kalmış.
Meşrutiyet olunca iç yönetim makinesi bir tılsım etkisiyle hemen düzeleceği gibi, Türkiyeden ayrılma istediğini gösteren Azınlıklar da, dileklerinden vazgeçecekler katıksız bir Türk yurtseveri olacaklardı. Çünkü bunlar haksızlıktan ve adalet yokluğundan yakınmıyorlar mıydı. Kimseye yasa dışı bir işlem yapılmazsa, artık bunların bir isteyecekleri olabilir miydi?
Meşrutiyeti gerçekleştiren Türkiye aynı zamanda yabancı devletlerin baskısından da kurtulacak, Rus Çarlığının bilinen emellerine karşı Fransa ve özellikle İngiltere gibi özgürlükçü ülkelerde güçlü bir savunucu bulacaktı. Büyük Batı devletleri, Abdülhamidi sıkıştırıp, yönetimi düzelttirmek istemiyorlar mıydı? İşte yönetimi biz kendimiz düzeltecektik. Azınlıklara Millet Meclisinin kapısını açacaktık! Onlara Avrupalıların istediklerinden fazlasını verecektik. Buna göre Avrupada büyük bir beğenme duygusu uyandıracaktık. Zorba bir Türkiyeye yardım eden İngilterenin meşrutiyetle yönetilen bir Türkiyeyi gözbebeği saymamasına olanak var mıydı? İşte o zaman egemen olan bu safça düşünceler ve inançlardı; Bu basit tasarılar ve usa vurmalardı.
Niçin böyle düşünüyorlardı? Başka türlü düşünemedikleri için. Dar, sıkı, karanlık bir çevre içinde kendi kendilerine yetişmişlerdi. Batıyı pek uzaktan şöyle böyle seçiyorlar ve karanlıkta görünen bütün varlık gibi ona gerçek dışında büsbütün düşsel ve kendilerine özgü bir nitelik veriyorlardı. (H. Cahit Yalçın; Siyasal Anılar, S.49-50)
Yukarıda bahsedilenler çok uzun bir zaman önce yaşanmış değil. Henüz yüz yılı bile bulmamış bu yaşanan acı gerçekler. O dönemde Hüseyin Cahit Yalçın İttihat Terakkinin yayın organı haline gelmiş Tanin dergisinin başyazarıdır. Aynı zamanda İttihat Terakkinin kurucularından birisi olmuş, İttihat Terakki iktidara geldiğinde ise yazılarıyla yön vermiş hükümete. Hem Osmanlının çöküşünü görmüş, hem de Cumhuriyetin kuruluşunu. Aradan yıllar geçtikten sonra kaleme aldığı bu anılar, bir anlamda keşkelerle dolu acı hatıralardan oluşmuş. Tarihten ders alması gereken bizler için bunun anlamı açıktır: Keşke dememek için geçmişi iyi bilmek gerekiyor. Gerçi bizim gibi sıradan insanların keşkesi büyük önem arz etmiyor. Yaptıklarımızla en fazla kendimize zarar verebiliriz, ya da etrafımızdaki birkaç dostumuza zararımız dokunur. Ancak sayın başbakanın keşkesinin bir ülkenin kaderine mal olacağını bilmesi gerekiyor. Yönetimin üst kademelerinde bulananların keşke demeye hakları yok. O yüzden etraflarını, kimlerle çalışacaklarını iyi bilmeli, hangi cümleyi, nerede ne şekilde kullanacaklarını çok iyi seçmeliler.
Hele ki bütün bu keşkelere yol açacak davranışların sorumlusu etrafındakiler değil, bizzat sayın Başbakanın kendisiyse bu daha da vahim!