Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Çözemediğimiz çöp meselesi

Önce 20 yıl kadar önce yaşadığımız bir Avrupa ülkesi Avusturya’da müşahade ettiklerimizi hatırlatalım: Avusturya’da evlerde biriken çöplerin toplanması şu şekilde gerçekleşiyor: Belediye’den iki çeşit çöp torbası alıyorsunuz. Biri siyah, diğeri yeşil. Yeşil olan, atıldığı zaman toprakla bütünleşen ve çevreye zarar vermeyecek şekilde imal edilmiş, bu torbanın içerisine yalnızca yiyecek artıkları atılabiliyor. Siyah torbaya ise diğer çöpler atılıyor. Metal, cam, kağıt, pil ve plastik çöpler ise her mahallede mutlaka kolayca erişilebilen kendi kutularına atılıyor. Siyah torbaya atılacak diyelim ki çocuk bezini yahut bir metal parçasını yeşil torbaya attığınızda bu tespit edilirse ağır cezalar geliyor size. Aldığınız çöp torbaları da pahalı olduğu için, çöpünüzü çoğaltmamak için gayret ediyorsunuz. Bu yaptırım, size israf etmemeyi de öğretiyor…

Buzdolabı, araba yahut başka bir elektronik hacimli aleti çöpe atabilmeniz için de yetkili kuruluşlara yüklü paralar vermeniz gerekmektedir. Öyle rastgele bunları sokağa koyup çöpe atamazsınız.

Ta o zamanlar bu gördüklerimiz karşısında Adamlar bizden daha variyetli ve ekonomik açıdan bizden daha iyi durumdalar ama çöpü paraya çevirmesini bilmişler demiştik.

2010’lu yıllarda bir de bizdeki duruma bakalım. Bir kere çöpleri tasnif etme diye bir şey yok bizde. Geri dönüşüm olayı yok denecek kadar az. Sonuçta devasa çöp dağları oluşuyor şehirlerde. Bu dağlar için için yanıyor, yanması bile çoğu zaman başımıza dert oluyor.

Çöpü kutusuna atma kültürü de tam olarak oluşmamış bizde. Pazar yerleri, çöpten geçilmiyor akşamları. Seyyar satıcıların bulunduğu çarşılar da öyle. Çoğu esnaf dükkanını süpürüp, çöpü kapısının önüne, kaldırım kenarına yığıyor. Temizlikçiler gelsinler alsınlar, vazifeleri, onları çöp kutusuna biz atacağız da temizlikçiler ne iş yapacaklar mantığı… Kırmızı ışıkta duran minibüs şoförü, içtiği suyun kabını yahut sigara paketini boşaltıveriyor, tam da kavşağın ortasına… Dururken zamanı değerlendiriyor adam… Trafikte seyreden arabanın camından büyük küçük herkes bir şeyler atabiliyor yola…

Hele şu güzelim piknik yerlerindeki içler acısı duruma ne dersiniz? Ürettiğimiz çöpler, oturduğumuz mekana bırakılıyor da hemen yanı başımızdaki çöp kutusuna atılamıyor. Aslan yattığı yerden belli olurmuş, biz de oturduğumuz yerle anılalım diye… Piknik yapılan ormanlarımızın içi şişe kırıklarıyla dopdolu. Bu şişe parçaları güneş ışığı ile orman yangınlarına sebep olurlarmış, yahut oradan geçen bir canlıya zarar verirlermiş kimin umurunda!? Şu telef olan kağıtlarımız, hem çevreye zarar veren hem ekonomiyi kemiren diğer artıklarımız!

Şu temizlik merkezi olması gereken kamuya hizmet veren çeşmelerimiz, camii şadırvanlarımız ve kamuya açık tuvaletlerimize ne demeli?! Buralar temizliği ile örnek olması gereken yerler. Temizleyici olan suyun aktığı çeşmenin yalağı, çevresi kirli olur mu hiç?

Yapılması gerekenler ne öyleyse? Her şeyden önce herkese iş düştüğünü söylemeliyiz. Bir kere her şeyi belediye yahut diğer yetkililerden bekleme anlayışını bırakmalı, biz önce bize düşeni yapmalıyız. Herkes evinin/kapısının önünü süpürse şehir tertemiz olur, anlayışını yaşatmalıyız. Çocuklarımızı evde, okulda, yolda temiz olmaları konusunda eğitmeliyiz. Piktik sonrası mıntıka temizliğini çocuklarımızla birlikte yapmalıyız. Önce kirletmemeyi öğrenmeliyiz, sonra temizlemeyi.

Okullarımıza büyük görevler düşüyor. Çöp bilincini oluşturmalılar. Nasıl mı? Çocuklarımıza sık sık çevre temizliği yaptırarak. Bu çevre okul çevresi olabilir, mahalle olabilir, piknik alanı bir park olabilir. Böyle bir eğitimi almış olan çocuk, büyüklerin kirletmeleri karşısında duyarsız kalmayacak, niçin çöpü oraya atıyorsun, niçin kirletiyorsun, oraları sonuçta biz temizliyoruz diye tepki gösterecektir.

Belediyelerimize büyük görevler düşüyor, önce şehri kirletmemeyi öğretmeli vatandaşına, sonra çöpleri değerlendirmek için yapılması gereken her şeyi yapmalılar. Önce gerekli uyarı ve bilgilendirmeler yapılmalı ardından tavizsiz uygulamalar için ağır yaptırımlar gelmeli. Temizlik işleri yalnızca, kirlenen şehrin çöplerinin bilinçsizce kaldırıp atılması değildir.

Vaizlerimiz kürsülerden, cemaatlerine sürekli israf etmemeyi, kirletmemeyi, temiz olmayı ve çöpleri geri dönüşüme uygun bir şekilde yerli yerine atmayı hatırlatmayı küçümsememelidirler. Temizliğin dinimizin temeli olduğu, israfın haram olduğu, tüm her şey gibi eşyanın bizde emanet olduğu sıkça anlatılmalıdır. İsraf sadece camilerde fazla yanan lambaları söndürmek değildir. İsraftan sakınma, akarsuyun kenarında bile abdest alsak, suyu israf etmemeyi hayatımızın bütün alanlarına yansıtabilmektir.

Elbette bu söylediklerimiz oluşan çöp sektörü içerisinde çalışan ve ekmeğini çöpten çıkaran kardeşlerimizin hoşuna gitmeyecek. Ama biz, bu gibi herkesi ilgilendiren konularda şahıs merkezli değil, toplum merkezli düşünmek durumundayız. Üstelik böyle bir çalışmadan elde edilecek gelirler, ihtiyaç sahibi o kardeşlerimiz için de harcanabilir. Neden olmasın? Böylece onlar, insan onurunu zedeleyen öp karıştırma mesleği (!)nden de kurtarılmış olurlar.

  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum