A.Cenap Kendi
Dedem oğlu köyü kuruluşu ve siyasi anatomisi
Geçmişten geleceğe var olan ALLAH, biz insanları yaratırken bazılarımızı farklı özelliklerle ve derecelerde yaratmıştır. Peygamberler, Veliler, Evliyalar, Salihler, Keramet sahibi bazı insanlar, Deha sahibi büyük kumandanlar, farklı özelliklerle ve farklı derecede yaratılanların canlı delilleridir.
Bu insanlara sunulan yeteneklerin, bir başka deyişle kerametlerin günlük hayatımıza ve geleceğimize yön vermiş boyutlarından bir örnek vermeye çalışacağım.
Konumuz, Konya’nın 25 kilometre güney doğusunda ki DEDEMOĞLU Köyünün 500 yıl önce kuruluşuna dair, manevi bağlantılı kuruluş hikâyesidir.
Kaynak kişi Çumra ilçesine bağlı Küçük köy eşrafından 1889 doğumlu medrese tahsili görmüş Mütefekkir Hacı Rıza Temiz efendidir.
Alim ve bir köy ağası olan Hacı Rıza Temiz beyi gazetecilik kimliğimle defalarca 1940’ lı yıllarda ziyaret edip ve o coğrafya üzerindeki yerleşim merkezleri hakkında ve kültür, musiki ve yaşantıları hakkında olumlu bilgiler topladım.
Yüz on beş yaşında ölen dedesinin yadigârı Kuran-ı Kerim’in son sahifesine, dedesinin düşmüş olduğu not ve bilgilere göre:
24/Nisan/1512 tarihinde Osmanlı tahtına oturan Yavuz Sultan Selim Han, Mısır topraklarını ana vatana ilhak etmek üzere (1516) yılı Haziran ayında Üsküdar’dan hareket eder. Orduyu Hümayun 25 günde Konya’ya ulaşır. Ordu, güzergah gereği güneye doğru hareket eder. Padişah ve mahiyeti biraz geriden hareket etmektedir.
Şimdi ki DEDEMOĞLU köyünün bulunduğu mevkiye gelindiğinde, uçsuz-bucaksız, bataklık ve çalılık Ovanın yola yakın bir yerinde bir ihtiyar adam öküz çiftinin eşliğinde tarlasını sürmektedir.
Mola verilir. Hünkar hazretleri tahtıravan dedikleri çift atla çekilir, o günün arabasından iner ve ihtiyarın yanına yaklaşır. Selam verir, kendini tanıtır. Yolculuğun gayesini anlatır. İhtiyarın adını öğrenir. Duada bulunması ricasında bulunur.
İhtiyar esas adının Taşkın Dede olarak bilindiğini söyler ve hayır duada bulunur. Sonra yorulmuş bedenini doğrultup, ünlü misafirine bir ikramda bulunmak üzere tarlanın kenarında yaktığı ateşte pişmiş olan pilav tenceresini göstererek:
-“Pilav pişti, maiyetinizle birlikte karnınızı doyurabilirsiniz. Heybede ekmek de var buyurun” der, Hünkâr hazretlerine.
Hünkar,
-“Lakin biz kalabalığız, bize yetişmez” deyince, Taşkın dede seslenir.
-“O pilav hepinize yeter de artar bile.”
Bu masumane ifade Hünkârın hoşuna gider. Bir kaşık alıp tadına bakar. Bakar ama pilav o kadar hoş ve lezzetli ki hoşuna gider. Bir daha bir daha derken maiyetiyle beraber karınlarını iyice doyururlar. Tam bereketlenmiştir, hiç eksilmez hepsini doyurur, artar bile.
Yola devam edilir. 24 Ağustos 1516’da Mercidabuk çölünde Mısır ordusu ile karşılaşırlar. Mısır ordusunun biraz üstün olan Süvari kuvvetlerine karşı Osmanlı ordusu ateşli silahlar, sevk ve idare bakımından gayet kuvvetli bir halde, ordular hilal şeklinde harp nizamına geçer. Sabaha karşı ALLAH ALLAH nidaları ile manevi şevke gelen asker savaşı başlatır.
Savaş 3. gününde iyice kızışmıştır. Secdeye kapanan Sultan Selim Han zırhını giyinip kılıcını kuşanır. Savaşa iştirak eder.
Ortalıkta elvan elvan bir koku, İlahi bir hava var.
Yeşil yeşil sarıklı yiğitler ileri saflarda kahramanca dövüşüyor. Allah Allah sesleri Mercidabuk çölünde gökyüzünü inletmektedir. Manevi güçler çoğaldıkça çoğalır, Evliya cem olur.
Hele bir ihtiyar var ki padişahın etrafında pervane gibidir. Kuş uçurtmaz. Yaklaşan bir Mısırlı askerin işini bitirirken diğer bir askerin salladığı kılıçla Hünkar kolundan yara alır. İkinciye fırsat vermeden onunda kellesini yere düşürür. Süratle döner Hünkarın yanına, yaralı kolundan kan fışkırmaktadır. Sıyrılan et parçasını eli ile üstüne basarak, besmele ile cebinden çıkardığı “Çevre” (Büyük mendil) ile yarayı sarar. Akan kanı durdurur.
İşte bu İhtiyar Konya yolunda pilavını yediği Taşkın dede’dir.
İlahi davete icabet etmiş ve savaşa katıltmıştır. Çok sürmez o gün akşama doğru savaş biter. Osmanlı ordusu galiptir. Muzaffer kumandan Sultan Selim Han secdeye kapanır. Yüce ALLAH’IN huzurundadır.
Mercidabuk zaferi tarihe işte böyle geçmiştir.
Sefere çıkmadan önce Ulema’nın gördüğü rüyalar yorumlandığı gibi tecelli etmiştir.
Zafer sonrası ülkede siyasi ve idari düzenlemeler tamamlanır. Ordu aynı yolu takip ederek geri dönüşe başlar. Konya’ya yaklaşıldığında, giderken pilavını yedikleri Taşkın dede karşılar. Mola verilir. Selim Han hazretleri ile Taşkın dede kucaklaşarak büyük zaferi mübarekler ve Taşkın dede hünkarın kulağına fısıldar.
-“Emanetimi geri ver”, der.
- Hünkâr pür dikkat ve ciddiyetle.
-“Ne emaneti?”, diye sorar.
Taşkın dede,
-“Savaşın 3. günü kolundan aldığın yaranın kanını durdurmak için bağladığım ‘ÇEVREMİ’ istiyorum’, der.
İşte o zaman Sultan Selim Han hazretlerinin başında gök kubbe şöyle bir çevrilir.
Saltanatın verdiği ihtişam bir yana, iki beden bir vücut halinde kucaklaşıverirler.
Birisi esrar ve hikmet adamı, diğeri koca bir padişah.
O anda Hünkârın derunundan kopup gelen bir ses, sabahın serinliğinde yankılanır ve ortalığı çınlatır.
-“Dedemmmm”, diyerek gürler.
-Cevabı gecikmez.
- “Oğullllll”.
Ruh ile bedenin metafizik boyutu devrededir.
Bir başka deyişle cismaniyetin ruhaniyetle olan ilişkileri İlahi olanaklarla tezahür halindedir.
Hünkâr hazretleri kendine gelir gelmez, yıkattırıp koynunda gece gündüz taşıdığı ÇEVRE’yi çıkartıp Taşkın dede’ye geri verir.
İşte iki kutup arasında telaffuz edilen budur.
Dedem-Oğul kelimesi bugünkü Dedemoğul köyünün orijinal ismidir. Zamanla köylü dilinde ufak bir değişiklikle kullanılmaktadır.
Bu müthiş olay o tarihte vuku bulduğunda, o civarda hiçbir yerleşim yoktur. Yaşanan bir hikaye dilden dile dolaşa dolaşa bu günlere kadar gelebilmiştir.
Taşkın dede daha sonraları hakkın rahmetine kavuşur. Tarlasının bir kenarına defnedilir. Birde başına türbe inşa edilir.
Bu Türbe benim 40’lı yıllarda oraları ziyaret ettiğimde ayakta olduğu halde, 10 Haziran 2006 tarihindeki ziyaretimde ne yazık ki gözlerim yaşararak ve hüzünlenerek gördüm ki Türbe yıkılmıştı. Yerinde yeller esiyor. Taşkın dede’nin tarlası mezarlık haline getirilmiş, etrafı çevrilmiş, Taşkın dede’nin kabri sanduka halinde muhafaza altına alınmış olarak tarafımdan görülmüştür.
Mezar taşında sadece Taşkın dede’nin ruhuna Fatiha yazılıdır.
Dedemoğlu köyü ile mezarlık arasında bir kilometre kadar mesafe var. Bataklık arazi kurutulup sulu tarıma açılmış. Ortalığı bereket kucaklamış.
Mezarlığın tam karşısındaki pancar tarlasında çalışan bir adamla beş on dakika bir sohbetimiz oldu. Bu sohbette beni mutlu eden bir tablo çıktı. Yıllar önce Hacı Ali Rıza efendiden işitip not aldığım bilgileri, tesadüfen karşılaştığım Dedemoğlu köyü halkından Mustafa Lorasdağı isimli şahıs da bu yazımızda anlatmaya çalıştığım hikayeyi, bütün teferruatı ile 10/ Haziran/ 2006 günü anlatıvermiştir.
Bu gün toprak altında yatan, fakat vaktiyle vatanı vatan yapan bu tür değerlerin ziyarete açılması için ilgili birimlerin harekete geçmesini, araştırmacı bir yazar sıfatı ile temenni ediyorum.
Ruhları Şad Ola.