Prof. Dr. Ali Akpınar
Denge toplumu ümmetin varlık sebebi!
Hayat düsturumuz Kur’ân, kurmayı hedeflediği İslam Toplumunu bizlere vasat ümmet diye tanıtır. Vasat Ümmet, adaleti ayakta tutan, her alanda ölçülü olmayı prensip haline getrmiş olan denge toplumudur. Öyle ki Büyük İslam Düşünürü Gazâlî, bir eserinin adını el-İktisâd fi’l İ’tikâd ismini oymuştur. Buna göre Müslüman, önce itikadda ölçülü olmakla yükümlüdür.
İslam insanı yalnız inançta değil, söylem ve eylemlerinde de ölçülü olmalıdır. Aşırılık, ölçüsüzlük, dengesizlik müslümana yakışmaz. Müslüman bireyler, birbirlerini mutedil bir çizgide, istikamet çizgisinde tutmak için birbirlerine yardım ederler. Çünkü Müslüman gidişata seyirci kalan değil, gidişata yön veren kimsedir. Bu da ümmet olarak sorumluluklarını yerine getirmekle mümkündür. Kur’ân bir ayetinde, ümmetin bu sorumluklarını şöyle dile getirir:
Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. (3/110) Ayette öne çıkan hususları şöyle özetleyebiliriz:
İslam Ümmetinin varlığı, tüm insanlık içindir, insanlığın hayrınadır. Çünkü İslam Toplumu, insanlığın hayrına olan işlerde vardır. Her şeyden önce o, tüm insanlığın hak ve hayırla tanışması, hak ve hayır üzere olması için çırpınır. Bu konuda yaşı, işi, konumu ne olursa olsun, akıllı ve mükellef olan her insan, önemlidir, değerlidir ve onun muhatabıdır.
İslam ümmeti, taşıdığı değerleriyle vardır. Değerleri yozlaşan, değerlerinden uzaklaşan bir toplum, İslam toplumu olamaz, böyle bir toplumun gerçek, huzurlu ve onurlu bir hayat yaşadığı da söylenemez.
İslam ümmetinin bireyleri, öncelikle iyiliklerin adamı olacak, onları yaşayacak ve onları başkalarına taşıyacaktır. Bunun için, iyilikleri (marufu) doğru bir şekilde tanımak ve ona adanmak şarttır. Şurası unutulmamalıdır ki maruf, Allah ve Peygamberinin iyi-güzel gördüğü ve yapılmasını istediği şeydir. Münker de Allah ve Rasülünün iyi-güzel görmediği ve yasakladığı şeydir.
İkinci olarak kötülüklerle mücadele etmek bu asil toplumun asıl görevlerindendir. Bunun için ise, neyin kötü (münker) olduğu bilinecek, kötülüklerden uzak kalınacak ve başkalarının kötülüklere bulaşmaması yahut kötülüğe bulaşanların ondan kurtulmaları için yapılması gerekenler yapılacaktır. İslam Ümmetinin üyesi olan mümin, hangi ortamda ve hangi şartlarda yaşarsa yaşasın, kötülüklere seyirci kalamaz, onları kanıksayamaz, onlara tepkisiz ve duyarsız yaşayamaz. Kötüleri kendi halleri üzerine bırakamaz.
Elbette ki İslam Ümmetinin temel görevi emri bil ma’ruf nehyi ani’’l-münker konusunda izlenmesi gereken esaslar vardır. Zira iyiliği yayma ve kötülükleri engelleme görevi rastgele yapılamaz. Bu konuda asıl olan insanları, marufun içerisine çekmek ve münkerin ağlarından onları kurtarmaktır. Bunun için her Müslüman sorumludur. Bu görev toplumda belli kimselerin tekeline bırakılamaz. Yerine göre ailede anne-baba ve çocuklar, okulda öğretmen ve öğrenciler, işyerinde işveren ve çalışanlar birbirlerine karşı bu görevi yerine getirirler. Yeri gelir din âlimleri cemaatini uyarırlar, yeri gelir cemaat hocasını uyarır. Zamanı gelir yönetici konumundaki kimseler, tebalarını uyarırlar; zamanı gelir teba, yöneticilerini uyarır. Önemli olan doğruları söylemek ve bunu doğru bir şekilde yapabilmektir. Nitekim Halife Hz. Ömer’i bir hutbesinde, bir kadın Ya Ömer, Yüce Allah kadınlara mehir konusunda sınır koymazken, sen nasıl buna sınır getirmeye kalkarsın diyerek uyarmış; Koca Ömer de Kadın isabet etti, Ömer yanıldı diyerek herkesin huzurunda bu uyarıyı dikkate almış ve gereğini yapmıştır. Yine bir defasında O, hutbe irad edecekken, seni dinlemiyoruz, önce şu sırtındaki cübbenin hesabını ver, o nereden ve nasıl edindin diyen kimseye tatmin edici cevabı oğluna verdirmiş, sonra da nasihatine devam etmiştir.
İslam toplumunun tabii bir üyesi olan hiçbir Müslüman çocuk, genç kendi başına buyruk olamaz. O, her şeyden önce Yüce Allah’a karşı bağlı ve sorumlu olduğunu, içerisinde yaşadığı topluma karşı sorumluluklarının olduğunu bilir. Çevresindekiler de bu konuda onu iyi-güzel-hayır olan şeylere yönlendirirler; asla onun kötülükler içerisinde kaybolmasına izin vermezler. Sözgelimi çocuğunu/gencin özel odasının olması yahut özel hayat özgürlüğü onun günah işlemesine kapı aralamamalıdır. Ebeveyn başta olmak üzere büyükler bunun tedbirini almalıdır. Yine okul yahut iş sebebiyle aynı evi paylaşan gençler, birbirlerine karşı sorumlu olduklarını unutmamalıdırlar. Her birey Yaratıcısına karşı sorumluluklarını yerine getirdiği gibi çevresine karşı da yükümlülüklerini yerine getirmelidir.
Ayette Allah’a iman konusu üçüncü sırada zikredilmiştir. Hâlbuki her zaman iman, öncelikli olarak zikredilir ayetlerde. Çünkü Yüce Allah katında amellere değer kazandıracak olan imandır. Ancak burada iman üçüncü sırada anılmıştır. Bunun hikmetini şöyle açıklayabiliriz: Gerçek anlamda Allah’a imanın olabilmesi için, toplumda iyi ve iyiliklerin aktif ve egemen; kötü ve kötülüklerin pasif olması gerekmektedir. Çünkü kötüler ve kötülüklerin aktif, iyiler ve iyiliklerin pasif olduğu bir toplumda, gerçek anlamda imandan bahsetmek oldukça zordur. Böyle bir ortamdaki iman, sönük ve silik bir imandır. Oysa İslam, sahibini harekete geçiren, onu salih eylemlerin adamı kılan bir imanı hedeflemektedir. Bu ise, olabildiğince münkerden arınmış maruflu bir toplumda gerçekleşecektir.
Hz. Ömer, bu ayetin İslam ümmetine büyük sorumluluklar yüklediğini şu sözüyle belirtir: Bu ayette Yüce Allah, ümmetten olmanın şartlarını saymıştır. Sizden bu ümmetten olduğunu iddia eden, ümmet olmanın gereklerini yerine getirsin!
O halde gönül rahatlığı ile ümmetin olduğumuz devlet yeter diyebilmek için O’na yaraşır ümmet olmak için gayret sarf etmeliyiz.