Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Din ve İnsan
Din; Allah-insan, insanın hemcinsleriyle ve âlemle olan ilişkilerini düzenlemek üzere Allah tarafından konulmuş olan değerler manzumesidir.
Allah insanla vahiyle konuşur. Vahiy ise, Allah’ın iradesinin söz şeklinde insana ifade edilmesidir. Bu bağlamda insan, Allah’tan peygamberler aracılığı ile vahiy almıştır. Dolayısıyla bu vahyin özünde, insanın Allah’la nasıl bir ilişki halinde bulunması anlatılır. Hz. Peygamber de bu ilişki biçiminin biçimsel anlamda örnekliğini ortaya koyar. Bir nevi İslam’ın toplumsal hayatta görünürlüğü peygamber uygulamasıyla gerçekleşmiştir. Bu anlamda insan Allah’a iman eder, O’na dua ve ibadet eder. Bütün bunlar insanın Allah’la olan ilişki biçimleridir. Eğer söylemek gerekirse, din sadece insanın Allah’la olan ilişkisi değildir. Hiçbir ilâhi din, ferdin iç dünyasında yer bulsun diye gönderilmemiştir. Dinin bir vicdan işi olduğu hususu, sadece imanın temel rüknünün kalple tasdik oluşunu anlatmak içindir. Yoksa vicdanlarda iman, bir dinin mensuplarından istediği salt bir şey değildir.
Dindar insanın kendi dindarlığı, onun sosyal ilişkilerdeki tutum ve davranışlarının alt yapısını oluşturur. Bir başka ifadeyle dindarlık, sosyal ilişkiler bağlamında sürdürülecek davranışlarda kendisini gösterir. Kur’an’da, anne-babaya iyilikle muamele etmek; akraba, yoksul ve yolda kalmışlara maddi yardımda bulunmak; çocukları açlık korkusuyla öldürmemek, zinaya yaklaşmamak, hayâsızlık yapmamak; haksız yere cana kıymamak, yetimlerin mallarına dokunmamak, verilen sözde durmak, ölçü ve tartıda hile yapmamak gibi emredilen hususlar, dinin sosyal ilişkilerde görünürlüğünün en önemli temel ilkelerine birer örnektir. Eğer bir dindarın sosyal ilişkilerinde referans, Kur’an ve nebevî sünnet gibi kurucu ilkelere dayanmıyorsa, o kimsenin hayatında bir bütün olarak inanç temsil görmüyorsa, böyle bir dindarlığın iyi vasfı tartışma götürür.
Olaylara bakışta bir kriter olarak din sadece insanın iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmesini değil; insanın iyiyi eylem haline getirmesini ve kötüden de uzaklaşmasını temel bir değer olarak kabul eder. İnsan bu davranışları bir çevre içerisinde gerçekleştirir. Zaman olur, insan kendi kendine yetmeyebilir. Yaptığı eylemleri denetleyecek bir ara mekanizmaya ihtiyaç da duyabilir. İslam’da bunun adı, Müslüman bir çevre oluşturmaktır. Bu çevre bireyin kendisini hür olarak gerçekleştirmesine ve geliştirmesine vesile olabileceği gibi, iyiyi eylem haline getirmede destek, kötü eylemlerden kaçınmada bir kontrol mekanizması işlevi görebilir.
İslam ferdin; bitkiler, hayvanlar ve tabiattan oluşan tüm bir varlık alanıyla ilgili ilişiklilerini de düzenler. İslami bakış açısında kâinat, kevnî bir âyettir. Eğer bugün yerel veya dünya çapında çevre sorunları yaşanıyorsa, bunun temelinde dinin bu konudaki değer hükümlerine riayet edilmeden yaşama talebi vardır. Nebe Suresi’nin 6. âyetinde vurgulandığı gibi tabiat aynı zamanda insanın bir beşiği gibidir. Bu beşiğin temiz tutulması hayati önem taşımaktadır.
Allah varlık alanında her şeyi dengeli olarak yaratmıştır. İnsanoğlu, tabiatın manevi yönünü göz ardı ettiği için, tabiatı hoyratça kullanma ve sömürme adına bu dengenin firari yaşamasına sebebiyet vermektedir. Bunun en açık göstergesi, iklimlerde meydana gelen değişimlerin konuşulmaya başlamasıdır. Rum Sûresi’nin 41. âyetinde karada ve denizde bozgunculuğun ortaya çıkmasının öznesi olarak bizzat insan gösterilmektedir. İnsanlar kendi elleriyle tabiatın dengesini bozacakları, buna karşılık da belki hatalarından dönerler diye Allah’ın, yaptıklarının bir kısmının acı faturasının sonuçlarını kendilerine tattıracağından söz etmesi anlamlıdır. Yaşadığımız çağda eğer küresel ısınmadan bahsediliyorsa, çevre felaketleri söz konusu ise, dahası ekolojik dengede bir alt-üst olmalar yaşanıyorsa, elbette bunun acı sonuçlarını bütün bir insanlık yaşayacaktır. Ama tedbir alıp tabiat üzerindeki insanın korkunç denetimini hafifletmesi ve tabiata Allah’ın bir âyeti olarak bakıp ona göre kendisine çeki düzen vermesi de kendi elindedir. Eğer insanoğlu kıyameti zorlamak istemiyorsa, er ya da geç tabiatla ilişkisini merhamete dayalı bir dünya görüşüyle gözden geçirecektir. Yaşamanın olmazsa olmaz ilkesi budur.