Dink cinayetinin şifrelerini çözdü

Dink cinayetinin şifrelerini çözdü

Bugün Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan'ın "Bi Ermeni var!" isimli kitabı Dink cinayetinin şifrelerini çözüyor

Gazeteci-yazar Hrant Dink, katledilmesinin 4. yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anılıyor. Dün satışa sunulan Bugün gazetesi Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan'ın yazdığı "Bi Ermeni var!" isimli kitapsa bu yıldönümüne damgasını vurdu. Çarpıcı fotoğraflar, belgeler ve ifadelerin yer aldığı eser adını Ogün Samast'ın şu ifadesinden alıyor;

"Bİ ERMENİ VAR"

"Bir gün ben Kardelen internet kafede otururken Yasin Hayal geldi. Benim bilgisayarımda haberlere baktı. Sonra beni dışarı çağırdı, bana, 'Bi' Ermeni var...' dedi, ismini söyledi, Türklere küfrettiğini söyledi. Bana 'bu işi sen yapacaksın' dedi. Bana Hrant Dink'in resimlerini gösterdi."

GAYYA KUYUSU

Arslan, kitabının önsözünde cinayetle ilgili gelişmeleri şöyle özetliyor;

"Hrant Dink Cinayeti'ni ve özellikle de Türkiye'yi bu cinayete götüren süreci kitaplaştırmaya çalıştığımı söylediğimde bir meslektaşım 'Gayya Kuyusu'na dalmışsın.' demişti. Gerçekten de tam anlamıyla bir Gayya Kuyusu'na dalmıştım. Uğraşılarım beni çıkışa yaklaştırmak yerine derinlere çekiyordu.

Aslında bu kitabı çalışırken çok zorlanacağımı biliyordum. Gerçi mesleğe polis-adliye muhabirliğinden başladım. Zorlu dava dosyaları, soruşturma evrakları arasında çok zaman geçirdim. 17 yıldır tanıdığım, bildiğim geniş bir güvenlik bürokrasisi de oluştu. Yakası açılmadık bilgilere ulaşabildiğim zamanlar da olmuştu. Ama iş Dink Cinayeti'ne gelince herkes 'nerden girdin bu işe' havasında yaklaştı. Sanki bir Omerta yani 'sessizlik yemini' vardı. Bir bakıma herkes cinayetin hikayesini biliyordu. Hatta herkes 'resmin bütününde şunlar da var' diyordu. Ama ortada iç içe geçen daireleri birleştirecek somut delil yoktu.

Cinayetin üzerinden geçen dört koca yıl ise o delilleri bulmaya yetmedi. Dink Cinayeti'nde aslında her şey Garcia Marquez'in meşhur 'Kırmızı Pazartesi' romanına benziyor. Tıpkı oradaki gibi herkes Hrant Dink'in öldürüleceğini biliyordu. Ama tuhaf bir şekilde cinayet engellenmedi ya da engellenemedi. Profesyonelce kurgulanmış, adım adım uygulanmış bir abluka ile karşı karşıyaydık. Üstelik cinayeti planlayıp senaryoyu yazanlar finali de çok başarılı yapmıştı. Cinayeti Trabzon'un Pelitli beldesinde bir gurup tetikçiye yıkmayı başardılar. Azmettiricileri unutturup 'ihmali olanları' tartıştırdılar. Kitleleri ona inandırdılar. Hatta öyle bir soruşturma yapılmıştı ki sanki 'bir cinayet nasıl çözülemez'in ders kitabı olarak okutulacak bir örneği sergilenmişti.

Gelinen noktada dosya Trabzon'un Pelitli beldesine kilitlendi. Bize gösterilen senaryoya göre 'Medyadaki tartışmalardan etkilenen birkaç milliyetçi gencin internet kafede kurduğu suikast planı sonucu öldürülmüştü Hrant Dink.' Savcılar görünen basit resimden hareketle iddianameyi tam da bize gösterilmek istenen senaryoya uygun yazdılar. Belki daha fazlasına da ulaşamadıklarından böyle yaptılar ama hazırlanan ve yargılaması dört yıldır süren dava hala başladığı yerde.

Tetikçi Ogün Samast büyüdü, hatta adalet sistemindeki boşluklardan yararlanıp neredeyse tahliye olacak ama mahkeme 'ikinci halka'ya bile ulaşamadı. Mahkeme, avukatların taleplerini ya görmezden geldi ya da usulünce sürüncemede bıraktı. Jandarma hadisenin tam ortasında olmasına rağmen kıvrak bir manevra ile kendini sahanın dışına attı. Polis ise ekipler ve şehirler arasında 'Ben değil o suçlu' kavgasına tutuştu.

Dink Cinayeti'nde bugüne kadar çok şey yazılıp çizildi. Tetikçiler, onları azmettiren büyük abiler, her şeyi görüp tedbir almayanlar, soruşturmalar... Hatta Dink'in korunamaması ayıbı yetmiyormuş gibi bir de Dink'in arkasına sığınıp şahsi hesaplarını onun üstünden görmeye çalışan polis müdürleri de türedi. Bu uğurda tüm bilgileri çarpıtmaktan, yalan yanlış bilgilerle kamuoyunu yanıltmaktan da çekinmediler. Onların desteğiyle hareket eden meslektaşlarımız kelle avına çıktılar. Kısacası Dink'i adım adım hedef yapan-yaptıran, sonra çok zekice kurgulanmış suikast planını basit bir ambalaja sarıp sahneye sürenler şimdi kıs kıs gülüyorlar. Dink ise adeta AGOS'un önündeki o kaldırımda yatıyor.

Oysa bu tip durumlarda, yani çözülemeyen cinayetlerde temel bir kural vardır: Yerini ve bakış açını değiştir! Hatta bu o kadar yaygın bilinen bir kural ki cinayet büroya adımını atan genç polislere bile anlatılır. Peki yerimizi ve bakış açımızı değiştirirsek ne olur? Bu kitabı bunun için yazdım. Bugüne kadar bakılmayan bir noktadan yola çıktım. Cinayetin sonrasına değil öncesine baktım. 2002 MGK ön hazırlık toplantılarında başlayan misyonerlik tehdidi, Karadeniz Bölgesi'nin bir bütün olarak çalışma alanı seçilmesi, patlayan bombalar, ısıtılan bölge ve yaşanan provokasyonlar... Trabzon'dan İstanbul'a uzanan iç içe geçmiş halkalar…

Bu kitaptaki bir çok bilgiyi ilk kez okuyacak, belgelerini ilk kez göreceksiniz. Sadece onlar bile bu soruşturmanın yeniden farklı bir gözle yapılmasını zorunlu kılıyor. Türkiye'nin 2002'den başlayarak nasıl adım adım bir kaosun içine çekilmeye çalışıldığını göreceksiniz. Karadeniz özelindeki örtülü operasyonları, kullanılan dini cemaatleri, misyonerlik yaygarasının nasıl bir projenin parçası olduğunu daha iyi anlayacaksınız.

Dink Cinayeti'ni araştırırken başka çarpıcı belge ve bilgilere de ulaştım. Onlar da en az Dink cinayeti kadar çarpıcı ayrıntılar barındırıyor. MİT'in ve Jandarma'nın nasıl kollandığını, 'soruşturma yapıyorum' diye yola çıkanların en basit soruları bile sormaktan imtina ettiklerini hayretler içinde göreceksiniz. Misyoner cinayetlerinin tam merkezinde bulunmuş ve sonradan gizli tanık olmuş bir kişinin dosyaları yeniden açtıracak ifadelerini okuyacaksınız. Buyurun ezber bozmaya... "