Prof. Dr. Caner Arabacı
Dünkü Gladyolar...
Kalkınma, yükselme, gelişme yoluna düştüğü demlerde Japonya’nın eğitim bakanı, bir yol bulur. Yetişen insan tipini netleştirir. Japon insanı öncelikle, “halka ve devlete sadık kalmayı” öğrenecektir. Bunun için de Japon milliyetçilik ve militarizmi öğretisi temel alınacaktır. Tabi bu özde yetişen insanlar, bilimi, teknolojiyi öğrenip geliştirerek ülkelerini kalkındıracaklardır. Yöntemin doğruluğu-eğriliği konusunda, Meici liderlerinin Japonya hayali, eğitim bakanı Mori’nin 1880’lerdeki tasarısı ve gelinen yer yeniden bir daha düşünülebilir.
Aynı yıllar bizde durum nedir?
Aydın konumunda olan şöhretlere bir bakmak durumu anlamak için yeterlidir. Bizde elit zümre, halka ve devlete sadık olmanın düşüncesini bile hayal hale getiren bir noktadadır. Zira gelişmek için, halkı ve devleti ile çatışmayı ileriliğin vazgeçilmezi saymaktadır. Halkını dönüştürmeyi, kültür ve medeniyet değerlerini dışlamayı görev addetmiştir. Halkı ve devleti ile çatışan, adeta savaşan bir elit zümrenin o halk ve devleti yükseltme konusunda öne çıkaracağı işler ne olabilir? Öncelikle dönüştürüp değiştirmek.. Ne için, kime göre? Elbette ileri, güçlü, gelişmiş gördüğü Avrupa’ya göre.. Böyle olunca hedef; bin yıllık rakip gücün önüne geçecek bir yükseliş çabası değildir. Bin yıllık hasma benzeyecek bir kültürel değişimdir.. Kılık-kıyafetten, günlük yaşayışa kadar ona benzemeye gayret eden bir zavallılık.. Kendi halkını horlama, devleti ile çatışma ve sonuçta sürekli güçsüzleşme üretme.. Hasımlarını hakem gören hatta onlara sığınan, bunu zorunlu sayan yabancılaşmış zümreyi oluşturma..
Böylesine bir zümre, “hasımlar” için bulunmaz Hint kumaşıdır artık. İstenilen kalıpta kesilip-biçilebilen, istenildiği şekilde kullanılabilen yerli malzeme olacak; hizmetleri de içinden çıktığı halka değil, halkının gerçekte düşmanı, vatanının işgalcisi olanlara yarayacaktır.
Üzülmek, eski örnekleri anma ıstırabını yeniden yaşamak istemeyiz. Ama son gelişmeler, zihnimizi ister istemez dünkü örneklere çevirmiş bulunmaktadır. Zira Ergenekon tipi yapılanma, her ne kadar Amerikan bağlantılı yeni bir gelişme ise de eski örnekler bulunmakta, kullanıcıların değiştiği acı veren örgütlenmeler devam ettirilmektedir.
İlk örnek pehlivan padişah dönemindendir.. Gerçi İngiltere, Osmanlı içinde gladyosunu hazırlamaya erken başlamıştır. Semerelerini de erkence devşirir. Bilindiği üzere, Londra’da İngiliz ileri gelenleriyle sıkı bir yetişme süreci geçiren Mustafa Reşit Paşa’nın gerçekleştirdiği Balta Limanı Ticaret Anlaşması, o ilk önemli fayda açısından burada anılmalıdır. İngiltere adına Türkiye’yi açık pazara çeviren, yerli sanayi hamlesini öldüren ama hasım güce umduğunun çok üstünde bir yarar sağlayan anlaşma.. Sanıldığı gibi etkileri sadece ekonomik değildir. Sosyal kültürel değişimi tetikleyen parçaları ardından sökün etmiştir. Tanzimat, ilk çeviri yasaların alınması, kurumsal değişim vb.. Mustafa Reşit, kendi ekibini hazırlayıp, yetiştirmeye koyulur. İ. Şinasi, gazeteci, şair-yazar olarak basın ayağını; hani “siz dışarıdan biz içeriden..” diyen Keçecizade Fuat, Âli Paşalar siyaset, Hüseyin Avni’ler ordu içinde ekibi tamamlayan şahsiyetler olur. Buradaki isimlere işlevsel bakmak aydınlatıcı olacaktır. Zaten 1865’te İngiliz elçiliğinde yapılan toplantıda Jönler örgütlenmeye başlanmıştır. İngiliz hesabına gladyo denebilecek örgütlenmeninin kokusu iki yıl sonra çıkar: Devlet başkanını devirmek için bir ihtilâl hazırlanmaktadır.. Bu durumun haber alınması üzerine, bazıları Fransız misyonu himayesinde saklanarak, bazıları başka kanallardan yurt dışına çıkarlar. Bir İngilizle evli “Sarıklı İhtilâlci” Ali Suavi, İ. Şinasi, N. Kemal, Ziya Paşa vb.leri önce Paris, ardından Londra, İsviçre gibi yerleri mekân tutarlar. Ama ihtilâl işi unutulmuş değildir. Gladyo’nun asker-siyasetçi kolu dimdik ayaktadır. Onlar, dokuz yıl sonra yarım kalmış işi gerçekleştirirler. Tarihe iki kolunu da birden keserek “intihar eden” bir Osmanlı devlet başkanı olarak Abdülaziz yazılıverir. Hüseyin Avni’lerle İngilizlerin görüşmeleri, planları her nedense unutulur. İngiliz gladyosu da.. Sadece “intihar eden” bir Türk devlet başkanı kalır tozlu sayfaların dibinde.. Niçin? O iri yapılı, pehlivan, hayat dolu devlet başkanı niçin “intihar” edivermiştir, sorgulanmaz?
İntihar etmesi gerekmektedir. Çünkü o, “Hasta Adam”ı diriltmeyi kafaya koymuştur. Demiryolu mu yapılacaktır. “Yapın da sırtımdan geçirin” demektedir. Öyle, “verdimse ben verdim” dayılanmaları ile devleti soydurmanın kahramanlığını yapmamaktadır. Osmanlı donanmasını, dünyanın ikinci büyük gücü haline yükseltmiştir. İşte çizgiyi aşmasının ana nedeni de buradadır. Dünyanın en güçlü donanması ile dünya hâkimiyetine ve Hasta Adam’dan parçalar koparmaya doğru koşan bir devletin tekerine taş koyma çabası mı, cezalanmalıdır.. Üstelik ilerici, kalkınmacı, modernleştirici iç güçler eliyle.. İngiliz gladyosu yada siz İngiliz Ergenekon’u deyin, ne fark eder.. Bundan sonra işleri otomatiğe bindirir. Artık, adında “İngiliz” lakabı geçen devlet adamları arzı endam etmeye başlar. Yer yer “Rusofil Nedim” gibiler görünse de ona bakmayın.. Bir defa “İngiliz Devlet-i Fehimânesi” elçisinin elini öpecek kadar aşağılık olabilecek sadrazamlar çıkarmayı becerebilmiş bir yapılanma bulunmaktadır. İlerlemenin yönünün dibe doğru olması ne gam.. Türk’ün kaybetmesi, ülkenin parçalanmaya doğru gitmesi, mukadder sonun hızlandırılması da gam değildir. Yeter ki, “bizden” adamlar, mutemet elemanlar belli makamları işgal etmeye devam etsin.. İngiltere o iç oluşumdan aslan payını almayı hiç ihmal etmemiştir elbette. Önce Doğu Akdeniz’i kontrol etmek üzere Kıbrıs’ı “güneş batmayan imparatorluğun” sömürge defterine kaydeder (1878). Ardından Mısır aynı aşağılık sömürge kategorisine dâhil edilir (1882).
Sonra hangi gladyolar gelecektir? İçeriden “kaliteli” eleman elde etmek kolay değildir. Çok emeğin sarf edilmesi gerekmektedir. Onun için Almanya, bu konuda gecikmiş gayretlerini gösterir. Von der Golç, Türk Ordusunu ıslah için gelir. Uzun süre Harbiyeli subaylarımızı eğitir. Harp Akademisini kurar, kurmaylarımızı yetiştirir. Artık bizim subayların gözünde ideal asker tipi Golç’tur. Yalnız o muhteşem, ideal örnek asker, haftada bir Alman hükümetine, istihbaratına Türkiye hakkında rapor vermeyi ihmal etmez. Türk ordusunun modernize olmak için Alman silahlarıyla donatılması gerektiğini anlamasını sağlamıştır. 1883’ten sonraki silâh alımlarında Alman silah ve toplarının tercih edilmesini temin edecek, silah muayene subaylarını yetiştirmiş, onların rütbelerinin yükselmesini de sağlamıştır. O büyük “Türk dostu”, daha sonra yetiştirdiği subayların davetine uyarak Birinci Dünya Harbi yıllarında ileri yaşlarında da olsa birinci ve altıncı Ordulara komutanlık yapma lütfunda da bulunacaktır. Yalnız 1883-1914 yılları arasına dikkat edilirse, Türkiye’de “hin-i hâcette kullanılabilecek” güç ve yetki donanımında belli köşeleri işgal etmiş Alman gladyosu yetişmiş bulunmaktadır. Yoğunluğu askerî bürokraside olan Alman ekolü, basın ve siyasetteki kollarla da güçlendirilir. İngiliz ekolünü geride bırakarak, 1913’ten itibaren devlette “güç bende” diyecek hale gelir. Artık o güç, bir “Babıâli Baskını” ile yönetimi fiilen ele geçirir. Yeni getirilen “ıslahatçı” Almanlar, ekibi büyültür. Yerli eleman hazırlığı iyi konumdadır. Alman İmparatoru, Osmanlı Ordusunu artık, Alman Ordusunun “doğu kolu” olarak görmektedir. Haksız da değildir. Dünya Harbi başlayınca, Almanya sıkıştığı yerde “silahlı tarafsızlığı” politika olarak seçen Osmanlı Sadrazamını etkisiz hale getirerek içerideki gladyosu marifeti ile Türkiye’yi harp cehenneminin içine yuvarlayıverecektir. O iki geminin “kahraman” Alman amirali, Türkiye’yi harbe sokmak için Rus limanlarını bombalamada arz-ı endam edecektir. Ama nedense daha sonra, ne Çanakkale Cephesinde ne de Kafkas Cephesinde canhıraş mücadeleler devam ederken diyelim ki Rus gemilerine karşı Samsun’u, Trabzon Limanını, Sinop’u korumak için kılını kıpırdatmayacaktır. O içeridekilerle birlikte görevini yapmıştır.. Artık Mehmetçiğe, kanı ile içerideki Alman gladyosunun attığı cehennemde vatanı kurtarmak, kirlilikleri temizlemek düşmüştür. Galiçya’dan Kanal’a, Kafkasya’dan Çanakkale’ye, Körfez’den Yemen’e, “Cepheden Cepheye” koşacaktır..
NOT: Türkiye’deki Alman gladyosu, 30 Ekim 1918’den sonra süratle ve titizce temizlenmeye çalışılmıştır. Yurt dışı amansız takip ve öldürmeler, maşa Ermeni tetikçilere yaptırılmıştır. Çünkü Türk Milletinin, düşman olarak Ermeni, Yunan gibi aletleri görmesi asıl hedefi bilmemesi gerekmektedir.. Sonra.. Günümüzdeki gelişmeler ve Waşington irtibatları sürecin devam ettiğini düşündürmeli değil midir..