Düştü Hüseyin atından…

Düştü Hüseyin atından Sahra-yı Kerbelâ'ya !

Cebrail var haber ver Sultan-ı Enbiyâ'ya !..

Mersiyesi çığlık gibi dudaklarımızda günlerdir. Sanki her seferinde, o kan kızılı çölün güneş sıcağında savrulan kumları arasında, kar beyazı Zülcenah‘ın yelelerinden aşağı kayarken, tarihin bir daha görmeyeceği, yücelik ve güzellikteki kahramanı görür gibi oluyoruz.

Her “Düştü Hüseyin atından…” haberinde yüreğimiz ağzımıza geliyor. Bir umut sesleniyoruz “Cebrail var haber ver !” ya da halk diline geçtiği gibi “Cibril kurban, haber ver Sultan-ı Enbiya’ya !”

Ne tuhaf acıdır bu ki zaman geçemiyor üzerinden. Oysa ne Cebrail bize elçi oluyor ne Peygamberler Sultanı (s.a.s) imdadımıza yetiyor. Öyle ise bu başka bir şey… Aklın almadığı vicdanların hiçbir açıklama ile susturulamayacağı bir vahşete hangi açıdan bakmak lazım?

Tarih yaprakları ne kadarda hoyrat acımasız oluyor böyle zamanlarda:

Hüseyin bin Ali ve beraberindeki 72 kişi hicri 61'de Muharrem'in onuncu gününde (10 Ekim, 680) Kerbelâ'da Yezidi’n ordusunca katledildi… Bu kadar mı? O bal rengi gözlerine peygamber dudağı değmiş yiğidin, dünyaya bıraktığı mesaj bu kadar mı? Elbette değil…

Evet, Hüseyin atından düştü… Hem de ondan öncesini ve sonrasını bilsek de hiç hatırlamak, yazmak istemeyeceğimiz olaylarla… Tüm dini yorumları bir kenara bırakalım, hiçbir insana yapılmayacak zulümle, ihanetle, hileyle, tuzakla…

 

Ey İmam! Gel bize kurtuluş müjdesini getir, kurtar bizi zalimin zulmünden,  diyen  Kûfe Halkı! Ey Resul, senin emanetlerini canımız pahasına da olsa koruyacağız, diye yemin edenler! Hz. Peygambere biat edenler ! O Peygamber, Hüseyin bendendir. Ben de Hüseyin’denim. Allah’ı seven Hüseyin’i de sever. Diye buyurduğunda şahitlik edenler !.. Hayatta değil miydi acaba? Hüseyin attan düşerken nereydiler? İlgilisine her şey var kayıtlarda kim, nerede, kiminle, neden, hangi tarafta oldukça net, apaçık ortada duruyor.

 

Aklımda kalan sadece bir sahabe var Yezidi’n sarayında. İmam Hüseyin’in mübarek başı getirilmiştir sini üstünde… Kimliği kesinleştirmek için yakından gören aranır. Yaşlıca bir sahabe bulunur, örtü kaldırılır. Adam, Hz. Hüseyin’in açık kalmış bal rengi gözleriyle karşılaşınca sendeler düşer bir daha kendine gelemez. O gözler ki başından sızan kana batmış kirpikler arasında canlı gibi bakmaktadır. Sahabenin son sözleri; Ben kaç defa Resulullah’ı bu gözleri öperken görmüştüm olur. Bir daha konuşamaz ağlamaktan, yarısına inme inmiş bedenini sürükleyerek çöllere vurur kendini, bir daha haber alınmaz.

 

Ey nûr-ı çeşm-i Ahmed-i Muhtâr yâ Hüseyn!

Vey yâdigâr-ı Haydar-ı Kerrâr yâ Hüseyn!

Tâzelendi sînelerde dâg-ı hicrân yâ Hüseyn!

Mâtemiñle oldı ‘âlem beyt-i ahzân yâ Hüseyn!

 

Evet, bu kıyamete kadar sürecek bir matem ne bir yazıya sığar ne mersiyelere… Âlimler, din adamları onaylamıyor bazı matem şekillerini ve bunlar hala tartışılıyor. O açıdan bir şey diyemem. Ama ben insani olarak, bir yazar gözü ile İmam Hüseyin’e tutulan hiçbir yası fazla bulamıyorum. Hiçbir ağlama şeklini yadırgamıyorum. Herkesin acısını bir şekilde yaşama hakkı var. Rahatsız olanların da izlememe hakkı vardır. İnsan Hz. Hüseyin’i tanır, yapılanları duyar da ağlamaz da ne yapar dövünmez de nasıl rahatlar? Ağlayana değil ağlamayanlara şaşırmak lazım. O ağlayanlar ki bu güne kadar diri tuttu Hüseyin’in aşkını…

 

Geleneğimizde Hz. Peygamberin aziz ruhunu daha fazla incitmemek, rahatsız etmemek için Muharrem ayı dışında Kerbela ağıtları icra edilmez konu pek gündeme getirilmez. Bu yüzden tüm acımız yeniden birikip matem ayı boyunca durmadan kanar… Her şey şimdi oluyor gibidir. Hüseyin her an attan düşmekte biz yetişememekteyiz sanki… Her gün haberini aldığımız şehitlere yetişemediğimiz gibi… Ömer Halisdemir’in ardından ateş eden hainin kolunu tutamadığımız, ayağına çelme takamadığımız gibi… Ama şehitlerin bizden istediği bu mu?

fatma-seref-2-004.jpg

Ömer, bu işin sonunda şahadet var evladım diyen komutanı duymamış mıydı çok iyi duydu ve helalleşti. Yaşamayı tercih edebilir kim bilir hangi rütbelere yükselirdi. Hz. Hüseyin bir avuç yareni ile zulüm ordusunun üstüne yürüdüğünde başına gelecekleri bilmiyor muydu? Elbette biliyordu ama hakkın yanında durmayı tercih etti. Fırat’ın suyundan vazgeçti Kevser’i seçti. Zulüm saltanatını reddetti şahadeti seçti. Demek ki gerçek zafer bu dünyadaki saltanatı kazanmak değil hak yolunda olmakmış.

 

Bu vesile bir kez daha düşünelim: Allah, inanlardan, bana bir devlet kurun ya da olanın başına geçin, benim emrim saydığınız şeyleri insanlara zorla, politika ile kabul ettirin uygulayın diye bir şey istiyor mu? İnanların hedefi bu olabilir mi? Bu yolda kullanacağız diye haramlar helal sayıla bilir mi? Yoksa netice ne olursa olsun adil olun, adaleti sağlayın, hakkın hakikatin yanında olun, zulmün zalimin karşısında olun… Manâsına mı odaklanmalıyız?

Kerbelâ sadece tarihte yaşanmış bir acı, mitoloji ve efsane, yılda bir kez şehitlerin yâd edildiği matem değildir. Kerbelâ 'yı anlamak demek Hüseyin’ce yaşamak, onun uğruna can verdiği adaleti ve merhameti doğru anlamaktır. Kerbelâ haksızlık karşısında direnmenin adıdır. Kerbelâ, aynı zamanda geleceği inşa eden bir okuldur. Mezhebi, meşrebi ne olursa olsun herkesin bu mektepten alacağı dersler vardır. Bu mektebin en büyük muallimi şüphesiz Hz. Hüseyin'dir.

fatma-seref-002.jpg

Ve unutmamak gerekir ki Türk İslam anlayışının kökeninde tamamen ehlibeyt sevgisi vardır. Muaviye’nin bazı hadislerden rahatsız olup Türklerin İslam’ı tanımalarını geciktirdiği yolundaki yorumlar tarihi gerçeklerle tamamen örtüşmektedir. Türklerin, Emeviler ile arası hiç iyi olmamıştır. Zaman içindeki siyasi savrulmaları buraya sığdırmak mümkün değil ama onları atlarsak Türk İslam kültüründeki kendini feda ve şehitlik anlayışının örneği de Hz. Hüseyin’dir.

Onun içindir ki Miryekefalon’da ihtiyar kadın ve erkekler kendini mızrakların üzerine atıp, zincirli atları ürküterek haçlıların anlam veremediği bir feda ile inanılmaz bir hengâme yaratmışlardır. Onun için Ulubatlı İstanbul surlarına çıkarken kale yüksekliğince şehit naşı vardır. Onun için Mustafa Kemal Çanakkale’de askerlerine üç kez ölüm emri verdiğini ve hiçbirinde de birliklerden bir tek geri dönen olmadığını gözleri dolarak anlatmaktadır ömrünün sonunda bile… Ve onun içindir ki 15 Temmuzda Türk halkı tüm iç siyasi çekişmeleri unutup vatana doğrultulmuş silahların üstüne yürümüştür. Beyaz kefeni ile dalga geçilenler de o kefeni gerçekten giyerek tarihe damga vurmuştur. Türk Milleti Kûfe Halkı’dan değildir ! Yezid’n ordusundan ise hiç olmamıştır, olmayacaktır. Türk Milleti Hz. Hüseyin’in mektebinden, meşrebindendir. Bunu dost ve düşmanın anladığı gibi yöneticilerin de anlaması taşıdıkları sorumluluğun her nefes farkında olmasını bekliyoruz.

Kerbelâ’yı anlıyorsak Hz. Hüseyin’i seviyorsak ayrılmaktan değil tanışmaktan, kaynaşmaktan, sarılmaktan yana olmalıyız. Bu ümmet ilk defa Kerbela’da bölündü. O’nun içindir ki ancak Hüseyin Aşkı ile birleşecek…

Ve varsın Hüseyin atından düşsün, onun düştüğü yer cennet bahçesidir ki ardından hala gidenler var. Ve onun düştüğü yer, âlemlere rahmet, insanlığa müjdeci, sevgili dedesinin mübarek kucağıdır. Tüm dünya saltanatına değmez mi?

 

Cumanız kutlu olsun…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.