Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
EDEB YÂ HÛ!..
Edeb nedir?
Arapça bir kelime olan edeb, üç harften meydana gelir: Elif, dâl ve ba. Bu harflerin açılımı aynı zamanda edebin ne olduğunu da tanımlar. Her bir harfin bir anlamı vardır, derler. Burada elif, el organını, dâl, dil organını, ba, bel (avret) mahallini sembolize eder. Bu kelimelerin ortak bileşeni olan edeb; eline, diline ve beline sahip olmaktır.
“Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti” buyuran Efendimiz de eline, diline ve beline sahip olanlara Allah’ın cennetini garanti edeceğini söylemişlerdir.
Edeb, kişinin haddini, sınırını bilmesidir.
İnsan, ahlaki anlamda edeb timsali bir varlık olmalıdır. Çünkü edebin olmadığı yerde, insanlık bir başka forma bürünmüş olur.
Hz. Âdem (a.s) yaşamış olduğu bir zelle dolayısıyla: “Ey Rabbimiz! (Biz yasak ağaçtan yemek suretiyle) nefislerimize zulmettik; eğer sen bizi bağışlamaz ve bize acımazsan kaybedenlerden oluruz” demekle hatayı nefislerine dayandırmışlardır.
İşte insan ile hayvan arasındaki fark bu, yani edeb.
İnsanın kendi sınırlarına çekilmesinin adı, edeb.
Bu anlamda günahlar, insanın edeb sınırlarını ihlal etmesi eylemidir. İnsan, sınır ihlallerinden sonra hemen kendi sınırlarına tevbe ve edeb ile çekilmelidir.
Kur’an’ın ve Efendimizin bütün söz ve buyrukları edeb eğitiminden ibarettir. Edebli konuşmak, edebli davranmak, edebli yazmak, edebli yürümek, edebli giyinmek, edebli çalışmak vb. gibi durumların tümü, güzel insanların libasıdır.
İmanın en tatlı meyvesi, edebli duruştur. Edebi olmayanın imanı zayıftır.
Edep, Allah ve Resulünün buyrukları karşısında başım-gözüm üstüne demek tavrıdır.
Edebsizin zararı, yalnız kendisine dokunmaz, bütün bir dünyayı ateşe verebilir. Bir orman tutuşunca, ne yaş kalır ve ne kuru. Bazen bu edebdışılık fitnesi, umumi belalara yol açabilir.
Zalimlere meyletmek, bir çeşit edeb dışılıktır. Çünkü adalet, sınırlarda kalmak, zulüm ise, sınırları tecavüzdür. Edebi yaşam tarzı haline getirmiş bir toplum, asla zâlimlere meyletmez, onlara taraftar olmaz, yaptıklarına alkış tutarak tasvip etmez. Zâlimlere isabet edecek ateş, yardakçılarını da boğacaktır. Zira zulüm, en büyük günahlardandır.
Manevi hastalıkların zemini, edebdışılıktır.
Hz. Mevlana; “zulümden gamdan, kederden sana ne arız olursa, onun sebebi Allah’a karşı kayıtsızlık ve küstahlıktır” der. Bundan dolayı, insanın ışıklı gönlü, karanlığa; neşe ve huzurlu kalbi gam, keder, hüzün ve ruh sıkıntısına inkılâp eder. Varlık okyanusunda yaşarken gönlüne, kasavet, sıkıntı ve psikolojik tedirginlik düşer. Bunun temel sebebi, Allah’ın sınırlarının ihlal edilmesidir. Böyle bir kimse, kendisini hemen muhasebeye çekmeli, acaba kime haksızlık yaptım, hangi günahı işledim, hangi kötülüğün müsebbibi ya da vasıtası oldum, diye düşünmelidir. Eğer hatalarımız tespit edilmiş ve bize keşfolunmuşsa, hemen dönmeli, helallik dilenmeli ve günahlarımız tövbe süzgecinden geçirilmelidir.
Edeb, kişinin içine dönmesidir.
İçini hüzün basanlar, hemen lisanî ve fiili istiğfarlara sarılmalıdır. Gam ve keder, ilahi emirle müessir olur.
Şairin dilinde edeb ne kadar güzel ifade edilmiş:
“Edeb, taç imiş nûr-i Hüdâ’dan
Giy o tâcı, emin ol her belâdan.”
O halde, Allah’a karşı kayıtsızlık, O’na rağmen yaşanılan bir hayat edeb sınırlarını ihlal olunca, iç düzeni de tarumar eder.
Yeniden kendimizle ve çevremizle barışık olmanın yolu; eline, diline ve beline sahip çıkmak ve Rabbin kontrolünde bir hayatı yaşamaktan geçer.
“Edeb yâ hû” sözü, salt duvarlarımızı süsleyen bir hüsn-ü hat serlevhası olarak kalmamalıdır. Her Müslüman; Allah’a, resulüne, toplumunun değerlerine saygılı olmadıkça, bu sözü duvarlara asmanın bir getirisi yoktur. Önemli olan gönüllerimize asmak; söz, davranış ve tavırlarımıza bir yaşama biçimi olarak taşımaktır.