Ertuğrul Özkök 5 yıl sonra özür diledi
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ve eşinden tam 5 yıl sonra özür diledi
ZİFT VE KATRANA BULANMIŞSINIZ
NEHRE bakarken fark ediyorsunuz ki, önünüzden geçen sadece başkaları değil. Bir bakıyorsunuz, o sulara yansıyan gölgeler arasında kendiniz de varsınız. Bazen yaralı bereli. Bazen kömürcüden çıkmış gibisiniz, üstünüz kapkara. Bazen ise alenen zift ve katrana bulanmışsınız. O zaman geriye bakıyor ve konuşmaya başlıyorsunuz.
HELALLEŞMEK
Mesela, gözünüzün önüne, açık bir ev kapısı ve önüne dizilmiş ayakkabılar geliyor. Sırf o ayakkabılara bakıp, o evin sakinleri hakkında ne saçma sapan şeyler düşündüğünüzü, ne ağır önyargılara vardığınızı hatırlıyorsunuz. Tabii ki utanıyorsunuz. Hem kendinizden, hem de temsil ettiğinizi sandığınız o zihniyetten... Eğer zerre kadar vicdanız varsa, hâlâ kalmışsa. Eğer bir hakkı teslim etmek sizin için hiç de zül değilse. Öyle yetişmemiş, yetiştirilmemişseniz. Yapacak tek şey kalıyor. Çıkıp açık açık söylemek, o hakkı teslim etmek. Helalleşmek.
ÖZÜR DİLİYORUM
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, sadece bizim değil, bütün dünyanın kabul ettiği çok başarılı bir başkanlık döneminden sonra görevinden ayrılıyor. Duyuyoruz ki emeklilik maaşı 4 bin lira olacakmış. Geriye gidip evinin önüne dizilmiş ayakkabılara, eşinin başındaki örtüye bakıp neler düşünmüş, neler yazmışız diye bakıyorum. Sansürsüz yazılardı. Samimiydi de. Bugün de içimden geleni aynı samimiyetle ve sansürsüz cümlelerle yazmak istiyorum. Sayın Başkan; Başta size çok hoyratça davrandık. Siz, hiçbir zaman mukabele-i bilmisil yapmadınız. Onu bırakın, mukabelede bile bulunmadınız. Bir tek gün bize sitem dahi etmediniz. İlk günlerin hoyratlığı için sizden özür diliyorum. Sizden önce eşiniz Duriye Hanımefendi’den özür diliyorum.
Bize unutamayacağımız bir “insanlık dersi”, “hayat bilgisi dersi” verdiniz. Bize, en iyi dersi işinizi çok iyi yaparak verdiniz. Siyasi iktidar karşısında dik durdunuz, Türk ekonomisinin başarısında çok büyük rol oynadınız. O günlerde, eşinizin başörtüsüne bakıp, “Liyakat değil itikat” diyorduk. Yanılmışız, sapına kadar liyakatmış. Size bir teşekkür de nezaketinizden dolayı borçluyuz. Bizlere bu dersi sopayla, tehditle, aşağılayarak, öfkeyle değil; gerçek bir başarı hikâyesi ve nazik bir duruşla verdiniz. Size ve eşinize mutlu, sağlıklı ve keyifli bir hayat diliyorum.2006 YILINDA BUNLARI YAZMIŞTI
İlk bakışta bu fotoğrafta, beni şaşırtan bir şey yok. Hemen bütün unsurlar, çocukluğumdan beri tanık olduğum şeyler. Artık "bir cemaate aidiyeti ifade ettiğine" hiçbirimizin şüphesi kalmadığı bir şekilde bağlanmış bir baş. Düz ayakkabılar. Sıradan bir duruş. Kadınlık farkı neredeyse sadece türbana indirgenmiş bile diyebilirsiniz. En tanıdık ama en çarpıcı unsurlar, kapıdaki ayakkabılar. Üçü de erkeklere ait. Üçü de çamurlu. "Acaba bu evin kadınları hiç mi dışarı çıkmaz" diye sordurtan bir görüntü. Evin girişindeki holde yere gazete káğıtları serilmiş. Kadının bakışlarında düşmanca veya fanatik bir ifade yok. Yani, "namazında niyazında bir Türk kadını" diyebilirsiniz. Dedim ya, bu fotoğrafa bakınca, öyle aklınıza "irtica hortluyor" gibi bir düşünce falan gelmiyor. Öyleyse nedir seni rahatsız eden, daha doğrusu içine düşen o duygu? Ağır bir hüzün... Bir de endişeler... Alçak sesle, çekine çekine soruyorum. Cumhuriyet Türkiyesi'nin yeni "rol modelleri bu kadınlar mı olacak?"