Mustafa Yiğit
Eurovizyon mu, Eurosiyaset mi?
Uzun zamandır Eurovizyon Şarkı yarışmasını seyretmiyordum.
Eski günlere dönelim dedim, biraz da boş vaktim vardı, televizyonun başına geçtim.
Eurovizyon Şarkı Yarışmasını, genelde Avrupa’da “alt gelir grupları” önemser.
Yarışmaya katılan şarkıcılar da Avrupa’nın pek bilinmeyen sanatçılardır aslında..
Gerçi yarışmanın ilk döneminde bazı önemli gruplar da yer almamış değil.
Abba gibi sonradan şöhreti yakalamış topluluklar çıkmış.
Ancak daha çok ikinci sınıf müzik toplulukları katılır bu yarışmaya.
Biz de ise en kelli felli şarkıcımız elemelerde boy gösterir.
Süper starımız Ajda’dan tutun da, dünya starımız Tarkan bile vardır Eurovizyon’da.
Türkiye’ye birincilik getiren Sertap Erener hızını alamamış, üç kez katılmıştır mesela.
Eurovizyon bu anlamda çok mühimdir ülkemizde ve ülke sanatçılarımzda.
Ama her seferinde de büyük tartışmalar yaşanır.
İngilizce mi katılalım, Türkçe mi? Türk ezgileri mi olsun, Batılı ezgiler mi? Grup mu olsun tek mi gibi, yarışmaya katılacak şarkıcıdan tutun da, hangi tarzda söyleneceği, hangi dilde söyleneceğine değin pek çok tartışma medyada günlerce yer alır.
Bu yıl sanırım bu tartışmalar yaşanmadı.
Mor ve Ötesi adlı grup “deli” parçasıyla bizi deli etmeden temsil etti.
Bizimkiler yedinci oldu, birincilik Rusya’ya gitti.
Mor ve Ötesi, sakin, güzel, usturuplu bir gruptu diğer katılan yarışmacılara nazaran.
Çünkü diğer ülkelerden bir kaçı hariç, çok kötü şarkılar ve çok kötü mizansenlerle yarışmaya katılmışlardı.
Fransa’nın, İspanya’nın Hırvatistan’ın şarkıları ve şovları gerçekten hilkat garibesiydi.
Bunlardan beni en çok şaşırtanlar ise Bosna Hersek ve Azerbaycan’dı.
Ne kötü kostümler, ne kötü şarkılardı onlar öyle!
Bu şarkılar ve şovlar ne Bosna’ya ne de Azerbaycan’a yakıştı.
Gelecek sefere inşallah daha usturuplu, daha seviyeli bir şekilde katılırlar da bizim de yüzümüzü yere indirmezler.
Açıkçası hakkaniyet açısından Türkiye’nin bu iki ülkeye verdiği oyu da içime sindiremediğimi söylemek isterim.
Komşuluk, kardeşlik ve tarihsel yakınlıklar adına verdik diyebiliriz.
Çünkü biliyorum ki, Eurovizyon’da en önemli ilke “komşuluk”.
Bu nedenle de komşunun şarkısı, şovu ne kadar kötü olursa olsun, oy veriyorsun ona.
Bir gelenek haline gelmiş bu tutum. Siz de ister istemez uyuyorsunuz.
Sanat zevkinize ve anlayışınıza uymasa da siyaseten veriyorsunuz oyunuzu.
Ama bu da bir yere kadar…
Bu kadar kötü şarkının yanı sıra, bu yılki Eurovizyon’un etek boyları da dikkat çekiciydi.
Bu kadar çıplak bir yarışmayı Eurovizyon’un tarihinde hatırlamıyorum.
Mini etek bile diyemeyeceğiniz kıyafetlerle çıkmışlar çoğu.
Derin dekolteler ise gözünüze gözünüze giriyor.
Sanırım yarışmacılar, müzik anlayışını değil de görselliği ön plana çıkarmak istemişler. Ancak hiç de hoş olmamış.
Peki hangi ülkeler iyiydi? Diye soracak olursanız.
Bunu da içime sindiremiyorum ama, en güzel şarkılar bizimle tarihi ve siyasi sorunu olan üç ülkeden geldi: Yunanistan, Ermenistan ve Sırbistan.
Gerçekten çok iyi şarkılar ve çok iyi seslerle katılmışlar.
Yarışmanın ilk üçü bana göre bu ülkelerdi. Dördüncü ise Ukrayna’ydı.
Maalesef, siyasetin sanatın önüne geçmesi bu tip haksızlıklara da neden oluyor.
Son olarak; yarışmayı kurtarmak adına söylemiyorum, ama sanat adına diyorum ki, ben bundan böyle televizyonun başına Eurosiyaset değil Eurovizyon için geçmek isterim. .