Fehmi Koru'dan ilginç Yeni Şafak itirafı
Yeni Şafak'tan ayrıldıktan 2 ay sonra eski gazetesi Zaman'a geri dönen Fehmi Koru, NTV'den Banu Güven'e açıklamalarda bulundu.
NTV'de Banu Güven'in sunduğu Artı programına katılan Fehmi Koru, hem bugünkü ilk yazısında anlattıklarını hem de kendisi hakkında merak edilenleri anlattı.
Koru özellikle Yeni Şafak gazetesinden ayrılış sürecine dair çarpıcı açıklamalar yaparken olayın merak edilen boyutlarını da anlattı.
"YENİ ŞAFAK'TAN KOPARTILMA SÜRECİ NASIL OLDU ANLAMADIM"
Koru, Yeni Şafak’tan ayrılış nedenini hâlâ bilemediğini söyledi. Koru "Gazetede birden bazı konular konuşulmaya başlandı ve nedenini şu an bile çözemediğim şekilde Yeni Şafak’tan koparıldım.. Yeni Şafak yönetiminden hakkımdaki iftiralara yanıt vermesini istedim ama herhangi bir adım atılmayınca aldım şapkamı ayrıldım. Erdoğan ile Gül arasındaki bir çatışmanın kurbanı olmuş olabilir miyim? Bu sorunun yanıtı bence hayır. Çünkü ikisi arasında böyle bir çatışma yok. İkincisi ben ve bulunduğum konum nedeniyle böyle bir durumun tarafı değilim.
Cumhurbaşkanı Gül, talebelik zamanından arkadaşım. Hala konuşuruz, ailecek de görüşürüz. Abdullah Gül ilk defa Cumhurbaşkanı olarak çıktığında, ben, 'Yakın arkadaşım, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. Bunu bilin. Yazılarda kantarın topuzu ondan yana olursa biraz bilin' dedim. Yazmasam da arkadaşlığımız devam ederdi ve kimse de fark etmezdi. O dönemden beri kantarın topuzunu kaçırmamaya çalışırım." dedi.
"YUVAYA DÖNDÜM"
Zaman gazetesinde yazmaya başlamasının bir tür geri dönüş olduğunu belirten Koru programda ŞÖYLE KONUŞTU:
"Zaman gazetesinin ilk Genel Yayın Yönetmeni ve 12 yıl başyazarıydım, geri döndüm. Gazete de, 'Yuvaya dönüş' dedi. Doğrusu da o tabii ki.
Taha Kıvanç ile birlikte döndük. Yüküm ağırdı, 11 yazı yazıyordum. Hem Fehmi Koru hem de Taha Kıvanç olarak burada da yazacağım.
Yazı yazmak zannedildiği kadar kompleks bir iş değil. Gününüz o yazı etrafında oluşuyor. Sabah kalkınca gazete okuyor, gün boyu haberleri dinliyorsunuz. Yabancı basına eskiden zor ulaşılıyordu. Şimdi hepsi parmağımızın ucunda. O yüzden gün yazıyla alakalı geçiyor.
Netice itibariyle yazarlık, kendi kendine tekrara dönüşürse hoş olmaz. Önce siz yaptığınız işten tatmin olacak, sonra okurunuzu tatmin edeceksiniz. O zaman yazmak güzel bir uğraş.
Bu iki ay boyunca yazı yazmadım ama yorumculuğum devam etti. Hayatımı yazı ile şekillendirdiğim için biraz zor oldu ama.
İlk yazıda kim olduğunuz bilinse bile o gazetenin okuruna ne iş yaptığınızı anlatmanız gerekiyor. Ben harç taşıyorum ve bugünkü ilk yazımda bunu anlatayım dedim.
Dünya değişiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeni, yeni bir dünya düzenine göre değişiyor. Türkiye’nin son yıllarda kendiliğinden üstlendiği konumu da değişimi tetikliyor. Bu durum öznesi olduğum için ilginç geliyor.
İlk defa, doğrudur ya da yanlıştır, bir süreç geriye doğru darbe iddialarını yargılamaya başladı. Bunu yapabilmek bile çok önemli. Eskiden darbe yapanlar ya da darbe planları yargılanamazdı.
Türkiye’nin içinden geçtiği 'değişim' dediğimiz süreç o kadar kısa sürede oluyorki sorun çıkarmaması imkansız. Ben Türkiye’nin Batı standartlarında bir hukuka sahip olmasını isterim. Batı’da fikir sahipleri hapse düşmüyorsa, Türkiye’de de düşmeli. Ancak herkes kendi baktığı noktadan gördüğü sıkıntıları söylüyor ve yüksek sesle söylüyor. Ben herkes için hukuk istiyorum. Bir gün biri için olan sorun, diğer gün başkası için olabilir.
Kabul etmemiz gerek şey, hepimizin kendimizi savcı yerine koyup suçladığımız, hakim olup sonradan karara bağladığımız bir şey mi olmalı yargı. Bugün yargıdaki kafa karışıklığı bu bakış açısından oluyor. Ben yargıya güveniyorum. Yargıya güvenmek şart, böylece savcı ve hakimler bu güveni hak etmeye uğraşacak.
BAŞKANLIK SİSTEMİ NEDEN SAKINCALI?
Türkiye’de varolan sistem 1960’da kurulan sistemdir. Değişse de bugün de hala etkisini sürdürüyor. Ancak bu sistem yerini yenisine bırakıyor. Bu dünyada da ya askerlerin yaptığı darbe ile, ya da halkın yaptığı devrim ile olur. Bunlar da bir süreç içinde olur. Biz hem Anadolu Devrimi'ni yaptık hem de darbeleri yaşadık. İlk defa süreç içinde, zamana yayılmış bir değişim yaşıyoruz.
Ben Türkiye’nin başkanlık sistemine geçeceğini düşünmüyorum. Türkiye’nin ihtiyacı olan tabana yayılmış, parlamenter demokrasinin devamıdır. Biz tek adama sahiptik, Osmanlı döneminde. Ama biz padişahın gücünü de kısıtladık.
Bence Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlık sisteminin tartışılmasını istiyor. Şimdi karizmatik bir lider var, Tayyip Erdoğan. Karimatik liderlerde tek adam sistemimi olacak sorusu her daim olur. Tayyip Erdoğan söylemese de biz ona yakıştırırız. Erdoğan da bence gelişim içinde başkanlık sisteminin olmasını isteyebilir.