Mustafa Yiğit
Fotoğraf karelerinin söyledikleri
Eski fotoğrafları karıştırmak sanırım benim gibi birkaç siyah beyaz dönemin adamına kalmış bir şey.
Zaman zaman alıyorum önüme ve maziye dalıyorum.
1970’lerin sonu, “Çarli’nin Melekleri” resimli penyemle poz vermişim. Ayaklarımda ise “şıkıdık” diye adlandırdığımız naylon ayakkabılar var, yanımda küçük kardeşim onun da üstünde aynı resim.
Abimin bileklerinde ise dönemin meşhur bileklikleri var. Uzun gömlek yakaları ve bol paçalar…
1980’li yıllar, yüksek belli kotlar.
Saçlarımızın arkası uzun, büyük camlı gözlüklerimiz gözümüzde.
Gençliğe ilk adımımızı atmışız…
Yaşımız tutmasa da kahvelerde polise yakalanmadan okey oynayabiliyoruz. Polis bizi görse bile kimlik sormuyor çünkü fiziksel yaşımız 18’in üzerinde gösteriyor.
Arastadayız.
İkinci katta bir masada oturuyoruz.
Yanımızda birkaç sinek var.
Arkamızda Coşkun Sabah, Ümit Besen, Ferdi Özbeğen posterleri.
O günlerde Taverna müzik revaçta…
Siyaset gibi müzikte de biraz yumuşama gözle görülüyor.
Ancak biz hala Orhancı takılıyoruz, delikanlılığın simgesi…
Cemaat bizi yeni keşfetmiş…
O günlerde ara sıra cemaatin yurtlarına misafir sanatçı olarak gidiyoruz
Daha yeni yeni filizlenmeye başlamış cemaat, bizler de misafir sanatçıyız hafta sonları yurtlarında…
Zeki, başarılı öğrencileri “maklube”lerde buluşturuyorlar.
Ama sigara içen, maç seyreden beş vakit namaz kılmayan ancak “Cuma”sını da geçirmeyen bu nedenle de cemaatin formatına o kadar da uymayan sık sık “sokakta” olan çocuklarız o dönemde.
Milliyetçilik damarları yavaş yavaş kabarmaya başlamış içimizde.
Akşehir’de seksen sonrası ilk “Bizim Ocak” temsilciliğini açıyoruz…
Ülkücülük kanlarımıza işlemeye başlamış…
Esir Türklerin, esaretten kurtulmasına çok ama çok yaklaşıldığı bir dönem…
90’lar… Üniversite yılları…
Her yıl geleneksel olarak düzenlediğimiz “Mülkiye Pikniği”nden bir resim.
Şimdilerde bürokraside, siyasette önemli yerler meşgul eden arkadaşlarımızın bıyıkları yeni terlemiş.
Bir mangal etrafında toplanmışız, bir okul teşkilatı gezisi…
Kot pantolonlar biraz daha daralmış.
Metin Tokdemir bir arabaya monte edilmiş mikrofonu eline almış, “Büyük Türk-İslam Dava”mızı anlatıyor…
Heyecan içinde dinliyor etrafındakiler….
Daha sonra bir kazada kaybettik Metin Abi’yi…Allah gani gani rahmet eylesin…
İkibinli yılların başı, İstanbullular Ankara’yı basmış…
Fotoğraf karesinde neredeyse herkesin elinde cep telefonu var.
Saçlar daha kısa, Amerikan tarzı.
Çoğu işinden yeni çıkmış kravatlı…
Vadi yayınlarındayız…
İstanbul kökenli aydınlar İstanbul’u terkedip, bir bir Ankara’ya yerleşmeye başlamış…
Neredeyse hemen hemen herkes var fotoğraf karesinde.
Karedekilerden biri şimdilerde bir televizyon kanalında fırtınalar yaratan Selahattin Yusuf, İsmet Özel’ikonuşuyor olmalı, diğer yanda herkesin dostu, ideolojiler üstü Ebubekir Kurban var, yine tüm dikkatleri kendine çekmeyi başarmış.
Diğer bir karede Sadık Battal “Asıl Film Şimdi Başlıyor “ diyerek Rus yönetmen Tarkovski’yi ya da Metin Erksan’ı anlatıyor olmalı.
Başka bir karede Nihat Genç yine coşkulu bir şekilde konuşuyor, etrafındakiler gözünü kırpmadan dinliyor …
Henüz ulusalcılığı ve yaklaşan tehlikeyi anlatmıyor sanırım, ama itirazlarını dile getiriyor.
Diğer bir karede Hakan Albayrak, muhtemelen Büyük İslam coğrafyasından bahsediyor her zamanki gibi şevkle.
Diğer bir karede Tekin Şener, yeni çıkardığı Hayat Ağacı dergisini anlatıyor, şehir kültür hayatına yeni sayfalar kazandırma peşinde sanırım…
Ve bunun gibi pek çok karesi var elimde....
Evet fotoğraflarla yaptığım tarihe kısa bir yolculukta bunlara rastlıyorum…
Gerçi şimdilerde fotoğraf albümlerine bakmak gibi bir şey de söz konusu olamaz, çünkü çektiğimiz fotoğrafları atıyoruz bilgisayara bir daha ne dönüp bakıyoruz ne de hatırlıyoruz.
Eskiye dair yaşanmışlıkları oturup şöyle bir gözümüzün önünden geçirmeye vaktimiz bile yok.
Her şey o kadar hızlı geçiyor ki…