Fatma Şeref
Hasır İzi…
Tam da borçlarını ödemiş, kredileri bitirmiş rahat edecekti… Yeni evin ödemesi henüz bitmişti. Çocuklar iş güç sahibi olmuş ya da evlenip yuva kurmuştu. Tam, şimdi, birazcık kendine ayıracak vakit bulmuştu dinlenecekti. Ama…
Bir taziye evine gittiğimizde sıklıkla duyduğumuz esef cümlelerine bir bakın. Evet, ama öldü ve biz de öleceğiz. Sanki bu dünyaya, en azından sigortalı iş bulmaya, ev almaya, kredi ödemeye, varsa eşimize çocuğumuza emekli bağışı bırakmaya gelmiş gibi öleceğiz. Bunları yapamadıysak yukarıdaki cümleler biraz değişecek doğal olarak. Rahmetli çok iyiydi, kimseye zararı yoktu ama… Diye neler dizileceğini tahmin edersiniz.
Söylediğim şeyleri küçümsemiyorum. Elbette insan hiç kimseye yük ve muhtaç olmadan hatta yakınlarını da muhtaç etmemek sorumluğu ile çalışıp çabalamak zorundadır. Ve bu çaba kutsaldır. Fakat bu hayatın asıl amacı değildir. İnsanın gücünün saygınlığının ve itibarının kaynağı da hiçbir zaman maddi kazancı olmamıştır. Her ne kadar bazen hatta çoğunlukla öyle gözükse bile bu sadece yalancı bahardır. Gelip geçtiği zaman ortada bıraktığı ibret tablolarının tarihidir yeryüzü.
Mevlana bir gün fihimafih adlı eserinde de yer alan sohbetlerinden birinde ‘rızkının peşinden koşma bırak o senin peşinden koşsun, sana yazılan elbette seni bulacaktır’ der. Bir süre sonra sohbeti dinleyen esnaftan birinin eşi şikâyete gelir. Bizimki haftalardır dükkâna gitmiyor evde yatıyor. Sebebini sorduğumda Mevlana dedi, rızkımın peşini bırakınca o beni kovalayacakmış, onu bekliyorum, diyor. Diye anlatır. Elbette Mevlana bunun bir tembellik sebebi olarak kullanılamayacağını dünyada her şeyin sebebe ve talebe tabi olduğunu daha ayrıntılı anlatmak zorunda kalır.
Benim de burada çalışma ve kazanç anlamında bir eleştirim olamaz. Fakat halis ama az, zor ama helal kazanç nasıl bir şeydi unuttuk bile… Artık şuradan bir arsa da biz kapalım, belediye orayı da imara açacakmış buraya da bilmem ne yapılacakmış sohbetleri arasında büyüyor çocuklarımız. Doğru ne, kıymetli ne, fani ne, baki ne birbirine karıştı. Firavunlarla yeryüzüne kazık çakma yarışına girmiş gibi yükselen binalar arasındayız.
Ufku bırakın gökyüzünü görmekte zorlanıyoruz. Nasıl sağlıklı düşünebiliriz. Oysa takım tutar gibi parti tutma yobazlığımızdan bir an evvel kurtulmak zorundayız. Milli meseleleri partiler üstü düşünmeyi, insani sorunları milletler üstü değerlendirebilmeyi öğrenmeliyiz.
Hangi renk camdan bakarsan güneşi o renkte görürsün.
Camı kır ki nur görünsün.
Mevlânâ
Siyaseti din dili ile dini siyaset dili ile konuşmaktan acilen rücu etmeli konuşana da fırsat vermemeliyiz. Merak etmeyin bir insan dinini iliklerine kadar özümsedi ise hiçbir dini kavram ve kelime kullanmadan hiçbir kisveye kalıba cüppeye ihtiyaç duymadan bunu anlayabilirsiniz. Nereden mi ahdine sadakatinden, sözünde durmasından, kul hakkından ateşten sakınır gibi sakınmasından. Tüm işlerini ve işlemlerini hukuki sınırlar içinde yapmasından, hukuku usulsüz işlerini kapatmak için kılıf yapmamasından. Çıkarına partisine cemaatine camiasına uymasa da hakkın, haklının, hakikatin tarafında durmasından vel hâsıl duruşundan bakışından vakarından anlarsınız. Anlamasanız da olur ayrıca, kıyamet divanında jüri olacak değilsiniz. Biz bu dünyadaki işleri işlemleri ilişkileri üzerinden değerlendirme hakkına sahibiz sadece.
Diğer yandan ben dini hiç kullanmıyorum diye dini hatırlatan her şeye tavır koyan, bunları kullananlara durmadan sövüp sayanlar da ayrı bir dini kullanıyor gibidir. Eleştirdiğimiz tiplerden farkı yoktur. İnsanın saygın ya da güvenilir olması bu yolla da sağlanamaz. Beğenmeyen daha iyisini göstersin başkasının hatası kimsenin doğrusu olamaz. Kısacası dini görünümleri reddeden bir yaşam tarzı seçenlerin, dini görünüme ağırlık verenlere bir üstünlüğü de yoktur. Onların günahlarını araştırıp sunarak sadece geçici bir rahatlama yaşamakla kendilerini kandırırlar.
Tamah, aç gözlülük modern hayatın dayatmaları derken nereye geldik. Oysa bizim en güzel örneğimiz vardı. Peygamber olmadan önce insan, Abdullah Oğlu Muhammed olarak , “ El Emin” olan…
Ey kavmim size şu dağın arkasında bir ordu var desem inanır mısınız? Diye sorduğu zaman, evet çünkü sen bize hiç yalan söylemedin, söylemezsin denilen. Öyle ki bundan sonra açıklayacağı peygamberlik iddiasına inanmayanlar ona yalan söylüyor diyememiş sadece cin musallat olmuş ya da hasta olmuş gibi bahanelere sığınmışlardır. Meşhur rivayettir:
Hz. Ömer, bir gün Allah’ın Elçisi’nin huzuruna girdi. Hz. Muhammed(s.a.v) yattığı hasırın üzerinden doğruldu. Sırtının açık kalan yerlerine ve yüzünün bir tarafına hasır iz yapmıştı. Ömer, bu manzara karşısında rikkate geldi ve ağlamaya başladı. Sebebi sorulunca da:
- Ya Resûlullah! Şu anda kisralar, krallar saraylarında kuş tüyünden yataklarında yatarken… Sen ve sadece kuru bir hasır… Ve o hasır, yüzünde iz bırakıyor… Diyebildi. Bunun üzerine insanlığın en güzel örneği, İslam’ın Yüce Peygamberi:
- İstemez misin ya Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun. Diye cevap verdi.
Elbette bu tercih sadece ona inanları, peygamberliğini kabul edenleri yani ümmetini bağlar.
İlk gençlik yıllarım İslam’ı yeniden öğrenme gayretlerinin doruk noktasında olduğumuz bir süreçti. Şunu söylemeliyim aslında biz İslam'a ilgi duyanlar ve siyasal İslamcılar hep yurt dışı âlimlerini okuduk o dönemde. Bunun günümüze kadar uzanan etkilerini ve yan etkilerini yazmak istiyorum bir ara. Çünkü gerçekten önemlidir. Neyse bu yazının konusu o değil. Doksanların başında çok sevdiğimiz bir ezgi vardı: Tahtı hasır, izleri kaburgasında… Dizesini hiç unutmam. Kuşandım Aşkını ismi ile arayıp dinleyebilirsiniz. Evet, gençler bir başka nağmede söylendiği gibi: Bir avuçtuk biz göklere susayan! Olabiliriz. Bunlarla oyalanıp coşturulan. Ama latife bir yana o bir avuçtan hala çok güzel dostlarım var hiç bozulmayan.
Neyse okulu bitirip hayata atıldığımızda kapitalist sistemle çoktan dirsek temasına geçmiş büyüklerimiz. Hasır falan yok, peygamberimiz de olsa bu gün koltuk kullanırdı, bir lokma bir hırka bu ümmeti uyutma için tuzaktı. Çok kazanmalıyız tabii ki sadece kendimiz için değil dediler… Akla yatkındı.
Ve bir yazıda bugüne gelemeyeceğime göre ben en iyisi romana geri döneyim. Buraya kadar okudunuzsa sabrınıza hayranım. Rant anlayışımıza bir çentik atalım diye başlamıştım.
Hasır izini bir daha düşünelim derim. Tercihimiz ve önceliklerimiz açısından…
Cumanız kutlu olsun ve yüzünüzde o sadelik örneği hasırdan bir parça iz olsun…
Ki gerçek huzuru bulasınız…