Hodri meydan: Gazeteciliği bırakırım

Hodri meydan: Gazeteciliği bırakırım

Masamın üstünde iki yeni mahkeme celbi duruyor.Bugün yeniden mahkemeye gideceğim.

Sadece ben değil Taraf’tan birçok yazar ve muhabir de ellerinde celpleriyle mahkeme mahkeme dolaşıyorlar.

Bizimle ilgili davaların ana konusu “askeri ve yargıyı” eleştirmek.

“Medyanın baskı altında” olduğunu iddia eden “medya mensuplarının” sanırım çok ilgisini çekmiyor Kadıköy Adliyesi’nin bizimle ilgili yüzlerce dava açması.

Hem “medya özgürlüğü” hakkında bu kadar hassas olup hem de bizim davalarla hiç ilgilenmemeleri, onların “medya özgürlüğünden” başka bir şey anladıklarını gösteriyor.

Şamil Tayyar’ın Ergenekon’la ilgili yazdığı kitaptan mahkûm olması...

Mehmet Baransu’nun bir “darbe planını” ortaya çıkardığı için tutuklanmasının istenmesi, anladığım kadarıyla “medya özgürlüğüne” çok meraklı olan, “sivil faşizmden”, “sivil vesayetten” çok korkanları hiç endişelendirmiyor.

Bu duruma baktığınızda onların “vesayetten ya da faşizmden” değil düpedüz “sivilden” korktuklarını görürsünüz.

Askerleri ya da yargıyı eleştirdiğiniz için açılan yüzlerce dava onlara “normal” gelir.

Bugün bizim sayfanın tepesinde gördüğünüz o koca haberdeki “rezalet” de onlara önemsiz görünecektir.

Genelkurmay’ın, bizim gazetenin haberleşmesini “mahkeme kararı” olmadan izlemeye almış olması, bunun için raporlar hazırlaması da onları tedirgin etmeyecek.

Genelkurmay’ın kulaklarını bizim gazetenin içine uzatması, “medya üzerinde çok baskı var” diyenlerin “baskı” tanımına girmeyecek.

Peki, onlar hangi “baskılardan” şikâyetçi?

İki temel şikâyetleri var.

Birincisi, Ergenekon davasıyla “muhalefet” susturuluyormuş.

İkincisi, Aydın Doğan’a verilen vergi cezasıyla “medya” baskı altına alınıyormuş.

Türkiye’nin “sivil muhalefeti” Ergenekon örgütü mü?

Danıştay cinayeti, topraktan çıkan cephanelikler, Koç müzesine konulan bombalar, darbe planları, darbe toplantıları, “muhalefet” mi sayılıyor?

Darbenin, cinayetin, suikastın “suç” sayılmadığı bir “demokrat” ülke mi bulunuyor?

Bana öyle geliyor ki “darbe özgürlüğünü” bize “fikir özgürlüğü” diye yutturmaya çalışıyor bunlar.

Ama bunu beceremezler.

Orduyu ve yargıyı eleştiren gazetecilerin yargılanmasını, mahkûm olmasını “baskı” olarak görmeyen “özgürlük sevdalılarının” ikinci şikâyetleri Aydın Doğan’a getirilen vergi cezaları.

Benim görebildiğim kadarıyla şu anda Aydın Doğan hakkında yazı yazmak, Doğan’ı eleştirmek isteyen pek kimse yok.

Doğan’ın başı dertte ve herkes belli bir kibarlıkla bu konuda geri çekilmiş durumda.

Ben de doğrusu bu konuda bir şeyler yazmak istemem.

Ama Aydın Doğan’ın gazetelerindeki yazarların hep bir ağızdan Doğan’a verilen “vergi cezasını” bir “medya baskısı” olarak sunmaları, sonunda gözleri kaçınılmaz olarak bu medya patronuna çeviriyor.

Aydın Doğan, POAŞ’ı çok “uygun” şartlarla aldığında, bugünkü “şikâyetçilerden” hangisi “medya özgürlüğüyle” ilgili yakınıyordu?

Doğan, POAŞ’ı alırken medya çok özgürdü ve şimdi birdenbire mi medya baskı altına girdi?

Gazetecilerin yargılanmalarını, mahkûm olmalarını, “medya baskısı” olarak görmeyen “medya özgürlükçüleri” için “özgürlüğün” ölçüsü patronları ve patronlarının parası.

Şimdi Doğan grubunda “medya baskısına” örnek olarak Doğan’ın durumunu gösteren yazarlar arasında, “Doğan grubunun hiçbir kusuru, kabahati, suçu yoktu, ortada hiçbir neden yokken büyük bir borcun altına sokuldu” diyen kimse var mı?

Yoksa, “askerî vesayetin dörtnala sürdüğü zamanlarda medya patronları, bankaları, şirketleri, kurumları rahatça alıyorlardı şimdi neden alamıyorlar, o zamanlar yapılan vergi oyunlarına izin veriliyordu şimdi neden izin verilmiyor” mu diyorlar?

Bakın, özgürlük bir bütündür, kendi patronunuzun başına gelenden yakınır, Ergenekon’u savunmaya koyulur, başka gazetecilerin başının belaya girmesine hiç aldırmaz, askerlerin işlediği suçlara gözlerinizi kaparsanız, “sizin özgürlükçülüğünüz” inandırıcı olmaz.

Sadece “eski günleri” özlediğiniz ortaya çıkar.

Eğer bugün Türkiye’de “sivil faşizm” nedeniyle AKP hakkındaki herhangi bir yolsuzluk dosyasını basamadığından yakınan bir gazete ya da gazeteci varsa, o dosyayı bize getirsin, biz basacağız.

Dosyayı getirin, basmazsak, bunu açıklar bizi rezil edersiniz, biz de gazeteciliği bırakırız.

Eğer sivil iktidarı eleştirebiliyorsanız, sivil iktidarla ilgili dosyaları basabiliyorsanız, o zaman “sivil vesayet” gibi saçmalıklar nereden çıkıyor?

Siz Ergenekon’dan, Kafes planından, JİTEM’den rahatsız değilsiniz, sizin özgürlük aradığınız yer patronunuzun kesesi.

Siz ağlaşın durun.

Biz bilmem kaç yüzüncü davamız için mahkemeye gidiyoruz, Genelkurmay’ın “gizli” kaşeli talimatları nedeniyle tutuklanmaz da geri dönersek sizin halinize biz de acırız.

Epey acıklı görünüyorsunuz çünkü.

AHMET ALTAN-TARAF