Fatma Şeref
İğneyi Kendimize…
İlyada Destanındaki Truvalı Paris’i, Fransa’nın başkenti Paris ile karıştıran bir Avrupalı hatırlıyorum bir yerlerden. Roman mı film mi gerçek hayat mı çıkarmadım şimdi ama aklımda kalan masadakilerin nezaketi… Gaf sahibini incitmemek, hatta kendisinin farkına varmasını engellemek için konuyu değiştiriyorlardı.
Konu tahmin ettiğiniz gibi Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı eseri ile şarkıcı Madonna’yı karıştıran sunucu…Funda Özkalyoncuoğlu ve Sena Keçeli ne iyi ettiler de böyle bir konunun gündeme getirilmesine katkıda bulundular demek geliyor içimden. Yoksa cehaletimizi kime yükleyip bu kadar azade olacaktık eksiklerimizden, yanlışlarımızdan.
Orta okuldayken bir öğretmenimiz derste ilginç bir soru sormuştu : “Biri düştüğünde neden güleriz?” . Bizce düşmek komikti. Peki, neden komik? Hiçbirimiz onun istediği cevabı bulamayınca da yanıtı söylemişti:
Düşen biz olmadığımız için…
Bu vurucu cümle bir süre derin bir sessizliğe neden olsa da sonra hemen itirazlarımız başladı. Çünkü çoğumuz kendi düşüşümüze de gülüyorduk. Ben de kendine gülenlerden biriydim bu yüzden başkaları neden gülüyor hiç düşünmemiştim. Ya da daha önemlisi ben neden başkalarına gülüyorum? Aslında düşenin hasar tespiti yapılmadan gülemem. Ancak acıyan yeri olmadığından emin olunca rahatlarım. Ama kendimde bunu daha erken anladığımdan el alem başlamadan start verebiliyorum. Tüm bunları söylediğimizde hocamız iddiasından vazgeçmedi. Yapılan araştırmalar böyle dedi. Temel etken düşenin kendiniz olmadığı için güldüğünüz yönünde ama kendi kendine gülmek konusu da düşünülmesi gereken bir şey bunun yanı sıra…
Bu sohbetten bilmem kaç yıl sonra yukarıdaki olay ile bunu düşünmek aklıma geldi ilk kez. Çünkü Funda hanımın, gaftan daha çok sonraki savunmaları tepki topluyordu. Empati yaptım biraz ben olsam ne yapardım? Muhtemelen hatamı anlayınca güler kendimle herkesten çok dalga geçer üstüne birçok espri üretirdim. Sonra da ilk kez duyduğum bir kitap olduğu için sevinir merak ederdim. Bu davranış insanların tepkisini yumuşatır mıydı bilmiyorum. Ama yine kendi düşüşüme güleceğimi fark ettim. Ve oradan hocanın yıllar önceki sorusuna döndüm. Ve üzerinde düşünmeyi unuttuğum şeye…
İnsan neden kendi düşüşüne güler? Kendinden çıkıp olaya başkalarının gözü ile baktığı için mi? Ya da aklı nefsine veya gönlü aklına mı gülüyor? Benliğin bir parçası yabancılaşıp diğerine gülüyor olabilir mi? Düşen kendisi olmadığı için… Ben sana demedim mi, tavrında olan biri mi var içimizde…
Ya da insan düşen taraf olmayı benliğinde reddedip, ezilen gülünen olmaktan çıkıp, ezen gülen güçlü olan tarafa mı dahil oluyor böyle yaparak? Bu şekilde karşı tarafın bütün silahlarını da elinden almış oluyor belki. Kendi incinmelerinin önüne geçiyor böylece. Bu durumda, böyle bir tavır bir nevi psikolojik savunma refleksi de olabilir. Bu bir anlık refleksin sırrını çözmek bile zor gerçekten. İnsan bir meçhul diyen bilgelere uyup susalım burada…
Funda hanım kendine gülemeyecek kadar acı hissetmiş olmalı. Ekran aleminin acımasızlığını da çok iyi bildiğinden benim kadar rahat olamaması olağan. Belki bir süre sonra olanları unutup çıkan mizahi yorumlara o da gülecektir. Benim en beğendiğim Ömer Seyfettin’in Diyet adlı eserinin beslenme rejimi için kendisine önerilmiş olmasıydı mesela. Bu nükteler ve yerinde eleştiriler doğaldı. Ancak her konuda olduğu gibi ipin ucunu kaçırdık.
Oysa biz zaten ideolojik saiklerle yazar seçen bir toplumuz. Ortak bir genel kültür zeminimiz bile oluşamıyor bu yüzden. Temel klasik eserlerimiz bile farklı ne yazık ki… Ortak kültürel alt yapımız oldukça hasarlı. Bu yüzden hukuki ve ahlaki olarak tartışmasız haksızlıklara bile tam aksine yaklaşımlar sergileyebiliyoruz. Siyasi tarafların ilkeleri yok sadece tutukları ekibin çıkarları var.
Okuma oranının azlığından hiç söz etmiyorum. O ayrı bir konu ama ortalamanın üstünde bir okuyucu profili bile bizim toplumuzda belli çizgide eserleri tercih ediyor. Toplumsal kamplaşmanın bu kadar derinleşmesindeki temel etkenlerden biri de bu aslında. Ama bunların üzerinde hiç durulmadığı gibi eğitim ve kültür politikalarımız da üstüne tüy dikiyor. Bu yüzden herkesten, her eseri okumasını beklemek daha da abes geliyor bana. Bunları hiç konuşup tartışamazken sosyal medyadaki en ufak övgümüz ya da eleştirimiz hemen konunun tarafı hissedenlerce topa tutulurken tutmuş bir sunucu hanımefendinin sevilen bir eseri bilemeyişinden yola çıkarak kültür havarisi kesiliyoruz. Düşen varsa o biziz güleceksek önce kendimize gülelim.
Kitabı çok sevdiği için aşırı tepki verenlere de samimi bir itirafta bulunmak istiyorum. Herkesin hayat hikayesi kadar yolunu aydınlatan kandiller de farklıdır. Eser ne kadar muhteşem olursa olsun sizde uyandırdığı etki herkesle benzer olmayabilir. Kısaca hatırlarsak:
Kürk Mantolu Madonna, Raif Efendi’nin, Almanya'da bir resim sergisinde tablosunu görüp âşık olduğu gizemli kadına gerçekten rastlayıp takip edip tanışması ile devam eden olaylar, duygular düşünceler sarmalı. Tuhaf bir aşk yolculuğu… Gerçekten etkileyici!
Bana ise Budala’daki Prens Mışkin’in, bir sokakta Nastasya Filippovna’nın tablosunu görüp âşık olduğu sahne çok tesir etmiştir nedense. Belki bu yüzden Raif’in Maria Puder’i sönük kaldı hafızamda. Pamuk’un Kara Kitap’taki gizli yüz hikâyesi ise o güzel filme rağmen hiç etki etmedi bunların yanında. Doğrudan benzer olmasa da bu alanda sayılabilecek Matmazel Noraliya’nın Koltuğu da okuduğumda çok sarmıştı. Klasik doğu edebiyatında ve en yakın örnek Mevlana’nın Mesnevi’sinde de suretten başlayan aşk temalı hikâyeler vardır. Hepsi oldukça ilginç ve düşündürücüdür. Yani sureti görüp onca mana yükleyen, kendi yüklediği anlama âşık olup onu yine surette arayan ilk kişi Mışkin, Raif ya da gizli yüzdeki genç adam değildir. Sanırım son da olmayacaklar.
Söylemek istediğim şu sosyal medyaya adım atmadan önce Kürk Mantolu Madonna’nın bu kadar sevildiğini hiç fark etmedim. En azından biz ve bizden önceki kuşaklar için bunun böyle olduğunu sanıyorum. Ama gençler tarafından keşfedilmiş olması sevindiriciydi.
Bu hikâyenin internetin gelişimi ile yeniden fenomen olmasının altındaki sebep insanların önce suret ile tanışmalarını sağlayan sosyal medya ağlarıdır diye düşünüyorum. Bundan sonraki aşk hikâyeleri suretten manaya doğru arayışlarla olacağa benziyor çünkü. Ve bunun üstünde daha çok yazıp çizeceğiz önümüzdeki yıllarda. Bu yüzden adı geçen eserlerin tekrar gündeme alınmasında fayda var sanıyorum. Ben kendi adıma kaçırdıklarımı da keşfetmek için tekrar okumaya karar verdim.
Suretteki güzelliği sirette de bulmak dileğiyle hayırlı cumalar…