Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
İhsan Şenocak Olayı ve İrşat Dili
İhsan Şenocak olayı gösterdi ki Müslümanların din dili üslubu âcilen değişmesi gerekmektedir. Hiç kimse yasalar ve kanunlar karşısında lâ yüsel değildir. Bir bardak suda fırtına koparmağa gerek yoktur. Sayın İhsan Şenocak toplumun önünde olan bir arkadaşımızdır ve Diyanet İşleri Başkanlığımızın bir memurudur. Durup dururken soruşturma açılmaz ve kişi açığa da alınmaz. Kişi hakkında soruşturma başlatmak ve soruşturmanın selameti için açığa alınmak o işten ebediyen el çektirmek manasına da gelmez. Mademki ortada suç yoksa ne diye rahatsız olunuyor. Soruşturmanın sonucu sabırla beklenmelidir. Şayet olumsuz bir karar çıkarsa, itiraz mercileri her zaman açıktır.
Diyanet İşleri Başkanlığının görevlerinin ne olduğunu Sayın İhsan Şenocak hocamız bizden daha iyi bilir. Özetle, halkı din konusunda aydınlatmaktır. Eğer hocamız bu işi usulüne uygun olarak yapıyorsa başkanlık bundan memnun olacaktır. Bu kurumda hizmet üretenler ve kendi sınırları içinde çalışanlar değil cezalandırılmak, aksine ödüllendirilir. Bu ülkede özgür bir şekilde herkes gücü nispetinde Kur’an ve sünneti anlatıyor. Bu ülkede hiçbir kimse Ehl-i sünneti anlattığı için suçlanmamıştır. Kişisel menfaatlerimiz için Ehl-i sünnet inancı ve kutsal değerlerimiz âlet edilmemelidir. Zaman her şeyin ilacıdır, beklenip görülmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığımız her türlü tartışmanın üstünde tutulmalıdır. Çünkü milletimizi birleştiren bir kurumdur. Diyanet kelimesiyle ihanet kelimesi yan yana getirilmemelidir. Şu anda Diyanet İşleri Başkanlığımız küresel ölçekte hizmet vermektedir. Milletimizin birliği ve İslam âleminin geleceği için önemli bir kurumdur. Hiç kimse kendi kişisel çıkarları için bu kurumu ateşe atmamalı ve yaralamamalıdır.
Öte yandan, kavga diliyle irşat dili birbirine karıştırılmamalıdır. Kur’an’da Yüce Allah Hz. Musa (a.s)’ı Firavun’a gönderirken ona, kavl-i leyyin/yumuşak sözle hitap etmesini istemiştir. Biz irşat ehlinin din dili üslubu da kavl-i leyyin olmalıdır. Ehl-i sünnet inancı, insanın doğasına uygun bir inançtır. Her alanda mu’tedil/ölçülü olmayı gerektirir. Hatta Ehl-i sünnete mensup olmanın olmazsa olmaz ilkeleri arasında ötekileştirici/dışlayıcı olan tekfir dilinin terkedilmesi vardır. İnsanların uhrevi hayatı ile ilgili meselelerde karar yetkisi, Yüce Allah’a aittir. Kimin cehenneme, kimin de cennete gideceğine O karar verecektir. Hasan el-Hudaybi’nin dediği gibi, biz kâdî değil, duatız. İslam’ın anlatılmasında biz davetçilerin kullanması gereken dil; öteleyici ve ötekileştirici değil, birleştirici; dışlayıcı değil, yaklaştırıcı; daraltıcı değil, kapsayıcı; suçlayıcı değil, affedici; alaycı değil, değer verici; intikamcı değil, bağışlayıcı olmalıdır. Bu sebeple din dili, gerilim ve polemik dili haline dönüştürülmemelidir. Zira dinin kutsalları, dinî içerik kazanmış terim ve kavramlar her türlü hesabın üstünde tutulması gereken ortak insanlık değerleridir. Kaldı ki din, insanlığı koruyan bir kale ve onun var olma garantisidir.
Netice olarak, yaşadığımız toplumda din hakkında konuşanlar, fetva verenler ve karar açıklayıcıların da din diline ve üslubuna dikkat etmeleri gerekir. Zanna, vehme, rüyaya dayalı bilgi ile örülmüş bir din dili değil; ölçülebilen, rasyonel, kesin delile dayalı sahih bilgiyi besleyici ve toplumu birleştirici, bütünleştirici bir dil kullanılmalıdır. Kullanılan din dili, aklı duyguya, duyguyu da akla feda etmemelidir. Çünkü din dilinin örselenmesi, dini değerlerin zayıflamasına ve içtimaı bünyenin sarsılmasına yol açar. Bütün Müslümanların çetin bir sınavdan geçtiği günümüzde, her mü’min, kullandığı dilde, İslam’a ve Müslümanlara ihanet etmedikçe kardeşliğe halel getirecek iddia, ifade ve söylemlerden uzak durmalı, özellikle siyasetçiler, yazarlar, âlimler ve karar verici konumunda bulunan herkes, sorumluluk bilinciyle hareket etmelidirler.