Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
İMSAK VE SABAH NAMAZININ VAKTİ
Hesapla tayine genel bir güven söz konusu olmakla birlikte son zamanlarda özellikle şafağın yani imsâk ve sabah namazının vaktinin başlangıcıyla ilgili bazı iddialar ileri sürülmektedir. Oruca erken başlandığı, dolayısıyla henüz şafak sökmeden okunan ezanlar sebebiyle vakti girmeden önce sabah namazı kılındığı yönündeki bu iddialar, çıplak gözle rasata ve hesapta temel alınan farklı derece anlayışına dayanmaktadır.
Şafağın çıplak gözle görülebilmesi, kişinin bulunduğu yere göre farklılık gösterebilir. Işık ve pus yoğunluğunun ve hava kirliliğinin olmadığı çok berrak bir havada ve yüksekçe bir yerden şafağın başlangıcı çok daha erken fark edilebildiği halde ışık ve pus yoğunluğunun ve hava kirliliğinin bulunduğu ortamlarda şafağın başlangıcının fark edilmesi çok daha geç olabilmektedir. Dolayısıyla özellikle günümüzde yerleşim birimlerinin ışık ve pus yoğunluğu dikkate alındığında çıplak gözle yapılacak gözlemlerle sağlıklı sonuçlara varılması oldukça zordur. Öyle ki, aynı gözlem heyetinde bulunan uzmanlar aynı yerden ve aynı saatte yaptıkları ortak rasatta bile, muhtemelen yukarıda sıralanan sebeplerden biri veya birkaçına bağlı olarak farklı sonuçlara varabilmektedirler. Nitekim günümüzdeki tartışmaların içinde bulunanların da katıldığı bazı rasat raporlarında bu gerçeği görmek mümkündür. Mesela 31.03.1989’da Urfa-Mardin hattında yapılan bir rasatta, râsıtlardan birisi fecr-i kâzibi 4.40’da tespit ettiğini söylerken diğer dört râsıt, ay ışığı sebebiyle bunun fark edilmediğini rapor etmişlerdir. Keza 16.10.1990 tarihinde Konya Çumra’da yapılan rasatta, beş uzmandan dördü kızıllığın bitişini 6.25, bir uzman ise 18 dakika farkla 6.07 olarak kaydetmiştir.
Hesap ihtilafına gelince, hesapla tayin meselesinde İslam ülkeleri ve Batı’da yaşayan Müslümanlar farklı ölçüleri esas almışlardır. Astronomik olarak sabah şafağının başlangıcı, güneşin 18° ufka yaklaşma (bir başka ifadeyle güneşin 18° ufkun altında olma) vakti olarak tespit edilmiştir. Buna astronomik tan denilmektedir. Türkiye’de esas alınan da budur.
Bazı İslam ülkeleri ve Müslüman topluluklar daha ihtiyatlı hareket etmek için güneşin 19° ufka yaklaşmasını esas alarak imsak vaktini daha erkene almaktadırlar. Nitekim Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî gibi Müslümanlar açısından çok önemli iki merkezdeki uygulama buna göredir.
Din İşleri Yüksek Kurulu, imsak vaktinin başlangıcı olarak bilimsel bir ölçüt olan astronomik tanı yani 18° yi esas almaktadır. Bunun çeşitli yerleşim birimlerinde çıplak gözle fark edilmesi daha geç olabilir. Ancak imsak vakti hesapla belirlendiğine göre hesabın çeşitli yerleşim birimlerine göre değişken olmayan ve bilimsel temeli olan bir ölçüte dayanması daha isabetlidir. Bunun için de en uygun ölçüt, astronomik tanın başlangıcı olan 18° dir. İşte imsaki belirlerken Din İşleri Yüksek Kurulu bu ölçütü esas almıştır. Böylece Diyanet İşleri Başkanlığının hesaplarında imsak vakti, 19° ve 19,5° yi esas alan takvimlere göre güneşin doğuşuna biraz daha yakın olmaktadır.
Güneş ufkun altındayken (yani doğmadan önce) doğu ufkunda yatay olarak belirmeye başlayan ve gittikçe yayılarak yükselen beyazlığın normal şartlarda çıplak gözle görülmeye başlaması, fecr-i sadığın yani imsâk ve sabah namazı vaktinin başlangıcıdır. Bu atmosferik olayın, yukarıda bir kısmı sıralanan sebeplere bağlı olarak çıplak gözle tam olarak tespit edilemeyeceği kuvvetli şüphesine binaen, güneş ışınlarının ufka ulaştığı ve gözle görülmesinin mümkün olduğu ilk anın bilimsel ifadesi olan astronomik tanın esas alınması daha uygun bulunmuştur. Bununla birlikte, bulunduğu ortam uygun olduğu takdirde astronomik ve atmosferik belirtileri bilen bir Müslüman bireysel olarak güneşin hareketlerini gözlemleyerek namaz vakitlerini ve bu çerçevede sabahleyin doğu ufkunu gözleyerek imsak vaktini tespit edebilir. Bu mümkün ve meşrudur. Zira ibadetlerdeki genel ilke, bireysel sorumluluk ve iç huzurdur. Haklı ve meşru olmayan şey ise, kendi gözlemlerimizi kesin doğru ve kuşkusuz gerçek addedip bunu dayatmak ve başka tercihleri haksızca eleştirmektir. Böyle bir tutum, bilimsel ahlâk açısından da onaylanabilir bir tutum değildir.