yazar-8
İnsanoğlu çiğ süt emiyor işte!
Şehir, yoğun bir günü daha geride bırakmış. Güneşin kızıllığını bırakarak gidişini izliyor. Ay hilal şeklinde yıldızlara eşlik ederek dünyaya gülümserken, insanlar evlerinin yolunu tutmuşlardı.
Çocuklar pencerelerden babalarının gelişini sevinçten ellerini çırparak kutlarken, anne mutfakta akşam yemeği servisini yetiştirmenin verdiği tatlı heyecanı yaşıyordu.
Çocuk babasını kapıda karşıladı, yanaklarına kondurduğu öpücükle ona olan özlemini tarifsiz anlattı. Şehirdeki bütün evlerde bu mutluluk tablosunun yaşanması için dua edildi.
Sabah bütün ihtişamıyla güneşin doğuşuna tanık olurken, şehir çoktan canlanmaya başlamıştı. Ekmekçiler, sütçüler yollara ilk çıkanlar olarak görülürken, öğrenciler de okullarının yolunu tutmuşlardı. Kahvaltılarını yapan babalar işyerlerinin kapılarını açmak için evlerinden birer birer ayrılıyorlardı.
Şehirde çok değişik gündemler vardı, Cumhurbaşkanı seçimlerinden erken seçimlere, siyasetten futbola, kuraklıktan yağışlara kadar.
Ama şehrin bir yerinde koltuğuna oturmuş, yaptığı çizimlerden zevk almadığı için derin düşüncelere dalmış bir adam duruyordu. Adam, ‘nasıl yaptım ben bunu?’ der gibiydi.
Aklına bir hikâye gelen adam kendi kendine gülümsedi; ‘insanoğlu da çiğ süt emiyor işte’ deyiverdi.
Ayağa kalktı, camdan dışarıya bakmaya başladı. Üç beş kişilik, ayaküstü konuşan bir gruba dikkatlice baktı. Birini iyice süzdü. Daha düne kadar yanından çıkmayan, her konuda desteğini alan bu adam şimdi daha büyük menfaatler için daha güçlü olduğunu sandığı adamların yanında idi. Satıldığına üzülmüyordu adam, kimsenin adam yerine koymadığı bu çocuğu adam etmişti de şimdi kurtlar sofrasında çakallık yapıyordu, ona üzüldü.
Şehirde birinin kabul görmesi o kadar kolay değildi. Bir abiye, hatırı sayılır birinin desteğine ihtiyacı vardı. Adam camdan eğilerek aşağıdaki hararetli konuşmalara tekrar baktı. Desteklediği için herkes kendisine kızıyordu. Arkadaşlarının “bu herifi başımıza bela ettin” “ne olduğu belliydi, aslı belli nesli belli düzelir miydi?” sözleri kulaklarında çınladı. O zamanlar “düzelir” diye hep arkadaşlarına karşı çıkmıştı. Çok hatasını görmezden gelmiş. Adama, kumar karı kız hadi neyse de, satılmak ağır gelmişti. Hani kendisini satıp gittiği adamlar buna değse belki bu kadar ağır gelmeyecekti. Camdan ayrılan adam tekrar koltuğuna oturdu.
Satılışını kabullenemiyordu, ama o vesile ile kendisinden uzaklaşmasına da içten içe seviniyordu. Karakteri iyice ortaya çıkmıştı. Eğer kendi yanında bunları yapsa idi, insanların yüzüne nasıl bakacaktı. Çünkü kendisi hiç ihale takipçiliği yapmamıştı, makama karşı hırsı olmadığı gibi şehvet düşkünü de değildi. Birileri gibi komplo teorileri de üretmemişti.
Tekrar sevindi gittiğine. Fitili çekilmiş el bombası gibi ortalığa salındığını, bombanın hep elinde patladığını biliyordu. Akıllı geçinen salaklardandı, müthiş dolduruşa gelip sağa sola sataştığını artık şehirde bilmeyen yoktu. Adam, bir kez daha gülümsedi kendi kendine, “ulan dedi Allah’ın sevgili kuluymuşsun ki, suya sabuna dokunmadan uzaklaştın ondan. Tek ondan mı, onun gibi olanların hepsinden” dedi.
Koltuğundan kalktı, çizim masasının başına geldi. Masanın üzerini topladı. Çalışmak gelmiyordu içinden, kendini doğanın güzelliğine bırakmak için acele ile çıktı. Asansörü kullanmadı. Merdivenlerden indi. İşhanından çıkarken aşağıdakiler konuşmalarına devam ediyordu. Adamı görünce duraksadılar. İşyerinden biri hiç bakmıyordu, sırtını dönmüştü. Adam tekrar bıyık altından gülümsedi “ben gerçekten Allah’ın sevgili kuluymuşum” dedi.
Yürüdü, arabasına bindi. Artık şehirden çıkmak istiyordu. Sokakları hızla geçti. Dağda bildiği bir pınar vardı. Oraya gidecekti. Eğer uyanmasaydı…