İskender Pala'dan anlamlı bir yazı
Şimdi şairin sözüne uymak, Merve'de Safa'da olmak, Altın Oluk altında altınlaşmak geçer ya insanın içinden!.. Aaah!..
Şimdi orada olmak vardı amma!..
-Karı koca arasında:Bizi burada bir başımıza bırakıp gidiyor musun; bir bebek, bir ben?Evet ey sevgisi kalbimde olan!.. Rabb'im böyle istiyor!..Bu kum... Bu kızgın tepelerin arası?!.. Çok sevdiğini söylediğin İsmail'i bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde azıksız ve susuz bırakıp gidiyor musun gerçekten?!..Evet ey şimdiden özlemeye başladığım!.. Rabb'im öyle istiyor!..
Çocuk ile baba arasında:
Elçi seneler sonra aynı yere döndü. İsmâîl ile kucaklaşıp hasret giderdiler.
Oğul!.. Rabb'imin emri var, bir ev inşâ edeceğiz. Sen de bana yardım edeceksin.
Oğul taş taşıyordu. Oğul ile birlikte Cebrail taş taşıyordu. Baba evin duvarlarını yükseltiyordu ve şöyle diyorlardı:
"Ey Rabb'imiz! Bizden bunu kabûl buyur; şüphesiz Sen işitensin, bilensin. (Bakara, 127)"
Allah ile elçisi arasında:
"İbrahim'e Ev'in (Kâbe'nin) kurulacağı yeri gösterdiğimizde (ona söylemiştik ki): Bana kimseyi ortak koşma ve benim evimi onu tavaf edecek olanlar için, onun önünde (Rablerini ta'zim ve tefekkürle) dikilip duranlar, saygıyla eğilenler ve secdeye kapananlar için temiz tut. İnsanları hacca çağır. Yaya olarak ve hızlı yol alan her türlü binek üzerinde (dünyanın) en uzak köşelerinden sana gelsinler. (Hacc, 26-27)"
Ey Rabb'im, ben sesimi nasıl ulaştırayım?
Çağrı senden; ulaştırmak bizden!..
Sonra elçi Kâbe'yi yapıp bitirdiğinde Safa tepesine, Ebu Kubeys dağına ve Makam-ı İbrahim'e çıkıp ıssız çöllere, güneş yanığı tepelere haykırdı. Oğlu İsmail'den gayrı kimsecikler yoktu, sesini hiçbir kimse duymadı. Lakin otlar titredi, ağaçlar sallandı, rüzgâr şahlandı ve bu sesi yüzyıllar boyunca kâinatın can kulaklarına ulaştırdılar; doğmayan nesillerin ruhlarına duyurdular. Allah, baba ile oğulun dualarına icabet etti. Bu beytin etrafı mamur kılındı, uğrak yeri oldu, şehir oldu, Mekke oldu. Allah, oraya hacca gelen herkesi işitti. Bugün de işitiyor. Hâlâ işitiyor!.. Sizin bu yazıyı okuduğunuz şu anda işitmeye devam ediyor. O halde katılın büyük seslenişe, Lebbeyklere, tekbirlere, telbiyelere!... Çünkü her Hac mevsimi geldiğinde İbrahim'in o kadim çağrısına en yeni sesler katılır ve böylece seslenişler kıyamete kadar sürer, "Lebbeyk!.." okunur. Üstelik bu çağrı yalnız insanlara değil, bütün bir hilkatedir ve telbiyelerin uzayıp giden yankıları kurdun ve kuşun, ağacın ve taşın kalbini titretir; sese ses katar. Nitekim son elçi buyurur: "Telbiyede bulunan hiçbir Müslüman yoktur ki onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç, sert toprak onunla birlikte telbiyede bulunmasın. Bu katılma (sağını ve solunu göstererek) şu ve şu istikamette arzın son hududuna kadar devam eder (Tirmizi, Hac, 14)." O halde katılın o seslenişe, telbiye ve tekbirlere!.. Katılın ki duyulsun sesiniz. Duyurun sesinizi!.. "Ben o sesi nasıl duyurayım?" demeyin; nida sizden olsun, duyurmak duyurmayı vaat edenden. Onu can evinize duyuran rüzgârlar esiyor bakın...
İbrâhîm her yıl Mekke'ye gelip haccederdi. Sonraki peygamberler ve mü'min olan ümmetleri de Mekke'ye gelip haccetmişlerdi. Ümmetleri helâk olan peygamberler Mekke'ye gelirler, ömürlerinin sonuna kadar orada ibâdet ve tâatle meşgul olurlardı. Şimdi mü'minler Mekke'ye gidip haccediyorlar. Suud hükümeti serbest bıraksa bütün müminler Mekke'ye gidip haccederler. Uçarak, koşarak, yürüyerek ve hatta sürünerek... Karınca olup yolunda ölme pahasına olsa haccederler... İbrahim'in bereketli duasına uymak ve yine onun duasıyla gelen kutlu nebinin ayak izlerine basabilmek için tek ayak üzerine sekme pahasına olsa haccederler. Sizi oradan alıkoyan şey yalnızca mesafeler, vizeler, kurallar... Ama gönüllerin mesafeleri aradan kalkınca... Aşk gelince... Allah'ın evi kalbinizde tecelli edince... Artık katılın seslenişlere, Lebbeyklere, tekbirlere, telbiyelere!... Korkmayın, size o çağrıyı duyuran rüzgârlar, otlar, ağaçlar sizin sesinizi de katacaktır o büyük sese.
Şair (Nabî) der ki: "Gel gönül azm-i reh-i beyt-i Hudâ eyleyelim/ Sa'y edip Merve'ye tahsîl-i safa eyleyelim/ İşimiz eylesin altın dü cihanda Mevla/ Nâvedân-ı zerin altında dua eyleyelim."
Aşağı yukarı şöyle bir yakarının dizelere yansımış halidir bu: "Gel ey gönlüm, varalım gidelim, Allah'ın evinin yoluna koyulalım. Merve'ye doğru sa'y edip (can atarak koşalım da) bir Safa'mız olsun (esenlik bulup ferahlayalım, arınıp kurtulalım). Sonra varıp Altın Oluk'un altında dua edelim de Allah iki cihanda işimizi altına döndürsün." Şimdi bu şairin sözüne uymak, Merve'de Safa'da olmak, Altın Oluk altında altınlaşmak geçer ya insanın içinden!.. Aaah!.. Rüzgâr!.. Sen kat sesimi o büyük sese!.. Hani o çobanın sesini kattığın gibi. Hani dağ başında bir çoban, kavalını çalıyor ve içli içli ağlıyordu ya. Hani koyunları meleşiyor, seherin sesine ses katıyordu ya... Gün doğdu, doğacaktı hani... Çoban bir hasretle yanıyordu; büyük bir hasretti!.. Öyle ki hıçkırıkları ta yüreğinde düğümleniyor, kalbini daraltıyordu... Sen vardın sonra yanına. Serin ve selamet bir tül gibi... Seni hissedince çoban coşmuş, ağlamıştı. Sonra kavalından çıkan nağmeler mısralara dönüşmüş, terennüm şiir oluvermişti. Ve oradan geçmekte olan bir güvercin nağmeyi kendi dilince tercüme etmişti: "İn nilte yâ rîha's-sabâ yevmen ile'l-arzı'l-harem/ Belliğ selamî fihâ'n-nebiyyi'l-muhterem."
Güvercinin sesini ırmaklar ve ağaçlar, çöller ve denizler şöyle tercüme ettiler Türk yurtlarında: "Uğrarsa yolun bad-ı saba ger harameyne/
Ta'zîmimi arz eyle rasûlu's-sakaleyne."
Ben de öyle diyorum işte ey rüzgâr, eğer bir gün yolun Harameyn'e düşerse, o nebiler nebisi, insanların ve cinlerin efendisi Muhammed Mustafa'ya benim de selamımı ilet ve onu çok sevdiğimi söyle!." Rüzgâr!.. Cılız sesimi kat o büyük sese ve lebbeyk okuyan dudakları yak o kıvılcım ile... Şimdi orda olmak vardı amma!.. Bari gideyim, hacı leyleklerin yuva yaptığı bir evi tavaf edeyim.[1] Bayramınız mübarek, kurbanınız makbul olsun..
[1] Savaş yıllarında Hacca gidilemediği vakit Anadolu'nun bağrı yanık âşıkları leyleklerin yuva yaptığı evleri tavaf etmişler, Kâbe'yi gören gözlerin hatırına o evi Kâbe kutsallığında saymışlardı. Aaah, mine'l-aşk!... İskender Pala-Zaman