Prof. Dr. Ali Akpınar
İslam, her türlü şiddete karşıdır
Barış dini İslam, her türlü şiddete karşıdır. İslam’da şiddet yasaktır ve bu, yasak herkese ve her şeye şamildir. Şöyle ki, İslam, insanı varlıkların en şereflisi görür. Dinimize göre insanın her şeyi saygındır. Sözgelimi insanın dini, ırzı, aklı, malı ve canı dokunulmazdır. Bu değerleri koruma dinin öncelikli ve en temel hedefidir. Öyle ki, Müslüman olmayanlarla savaşmak zorunda kalınırsa, savaşın en kansız bir şekilde sonlandırılmasına özen gösterilir. Savaşta işkence ve eziyet caiz değildir. Savaş esirlerine insanca muamele yapılır. Savaş ortamında ve sonrasında ırz namus güvenliğine azami özen gösterilir. Elbette savaş ortamında, Müslümanlarla savaşanlara karşı katı ve sert olunur. Ancak savaş ortamı dışında onlar da İslam’ın muhatabı kabul edilir, insanî ilişkiler kurulur, örnek davranışlarla ve en güzel sunumlarla İslam’a davet edilir. Savaş ortamında bile, mecbur kalınmadıkça çevreye zarar verilmez, savaşa fiilen katılmayan din adamlarına, kadınlara, çocuklara, yaşlılara dokunulmaz. İslam’ın savaş hukuk kaidelerine riayet edilir.
Müslüman olsun olmasın her insanın cesedi ve kabri saygındır. Dinimize göre ölmüş bir insanın kemiklerine zarar vermek, dirinin kemiklerine zarar vermek gibidir. İnsanın derisi, kerametinden dolayı debbağlansa bile kullanılamaz, haramdır. İnsanın organları saygındır alınıp satılamaz, ticarete konu edilemez. İnsan sağlığına zarar vermediği sürece, karşılıksız kan ve organ bağışı caizdir.
Öte yandan insanın çevresindeki varlıklar da önemlidir, değerlidir. Hayvanların içerisinde, yenilmesi helal kılınanlara karşı bile şefkat ve merhametle muamele edilir. İslam, kesmek istediğimiz hayvanı bile keserken, çok fazla incitmeden/acı vermeden kesmemizi ister. Bunun için hayvanın rahatsız olacağı endişesiyle, bıçak bile hayvanın yanında bilenmez. Hayvan kesileceği yere götürülürken, kesilmek üzere yere yatırılırken ona eziyet etmemeye özen gösterilir.
Taşımada yahut başka bir işte kullanılan hayvanlara karşı da merhametli olunur. Onları aç susuz bırakmak, onlara taşıyamayacakları ağır yükleri yüklemek, hayvanları hedef tahtası haline getirip onlara eziyet etmek hep yasaklanmıştır. Kur’ân’da evcil hayvanlar/Enâm, arı/Nahl, karınca/Neml, örümcek/Ankebût gibi surelerin yer alması boşuna ve anlamsız değildir. Kur’ân, Hz. Süleyman’ın ordusuyla karınca vadisinden geçerken, askerlerin onları ezmemesi olayını anlatırken, gereksiz yere karıncayı bile incitmemenin gereğine vurgu yapar.
Nebatat da insana emanet edilmiş en önemli nimetlerdendir. Bizim Peygamberimiz yeşili sever ve korurdu. Kaynaklar, onun kendi elleriyle beş yüzden fazla hurma fidanını toprakla buluşturduğunu söyler. Sizden biriniz, kıyamet kopuyorken bile elindeki fidanı toprağa diksin buyurarak çevre bilincini ümmetine aşılamak ve bu bilinci zinde tutmak ister. Onun için benim ormanlarımdan izinsiz ve gereksiz olarak bir ağaç kesenin boynunu vururum mealindeki Fatih’in orman kanun maddeleri boşuna değildir ve kendiliğinden ortaya çıkmamıştır.
Hz. İbrahim’den itibaren Mekke haremi, sit alanı ilan edilmiş, Peygamberimiz bu uygulamayı devam ettirirken, kendisi de Medine haremini sit alanı ilan etmiştir. Daha sonra da Tâifliler Müslüman olurken, kendi şehirlerinin de sit alanı ilan edilmesini istemişler, o da onların bu isteğini kabul etmiştir.
Müslüman, cansız/cemadat dediğimiz eşyayı da bir ayet, emanet ve nimet olarak görür. Var olan her şey Allah’ın varlığını haykıran ve O’na şükretmeye götüren bir ayettir. Aynı zamanda onlar bizde Allah’ın emanetidir. Ve onlar Rabbimizin bize bahşettiği nimetlerdir. Biz onları ilahî bir emanet olarak görür, bizi şükre götüren birer nimet olarak onlara yaklaşır ve onlardan usulüne uygun olarak istifade ederiz. Bu anlayış, deniz/nehir kenarında bile abdest alırken israf etmemeyi bize öğretir. Bu anlayış, bir gülü bir çiçeği koparırken bile tereddüt yaşamaya götürür. Çünkü eşya da kendi diliyle Rabbi zikreder, O’nu tesbih eder, O’na boyun eğer, O’nun varlığını haykırır. Onu koparmak/kesmek onun bu tesbihine/zikrine engel olmaktır. Kültürümüzde sarı çiçekle konuşan Yunus’ları, gülü koparmaya kıyamayan Sünbül Efendileri yetiştiren bu anlayıştır.
Tüm açıklamalardan sonra insan nasıl kendi hemcinsine şiddet uygulayabilir? Kendisine emanet olan kadına yahut çocuğa nasıl şiddet uygulayabilir? Yahut hemcinsine şiddet uygulayanlar nasıl insan olabilir yahut insan kalabilir?
Öyleyse biz şiddete karşı çıkarken bu anlayışı gündeme taşımalı ve dinin bu yaptırımını harekete geçirmeliyiz. Vicdanlardaki Allah korkusu harekete geçmeden, yalnızca dünyevî ceza korkularıyla şiddeti önlemek her zaman mümkün olmayacaktır. Anneler bu anlayışı çocuklarına aşılamalıdır. Zira her insanın ilk ve öncelikli öğretmeni annesidir. Bugün şiddeti meslek edinen her insan mutlaka bir annenin eğitiminden geçmiştir.