Derviş Argun
Kaçınılmaz sonun başlangıcı mı?
Bu gelen, kaçınılmaz sonun başlangıcı mı?
İHH gönüllüsü olarak Lübnan’a gidip döndükten sonra, Memleket gazetesindeki 8 Ocak tarihli “işgalci İsrail’e sınır olmak” isimli yazıda, “Lübnan’da kaçınılmaz ve sürekli ötelenen bir hesaplaşma var” tespitinde bulunmuştum. Müslümanlığımın ve bu Müslümanlığımdan kaynaklanan tarafgirliğimin sonucu olarak ta Rabbimden, kendilerine taraf olduklarımızın güçlenip meseleye tüm sebep ve sonuçlarıyla hâkim olacağı güce ulaştığı güne kadar ertelemesi duasıyla tamamlamıştım. Lübnan’a gidip de bu hesaplaşmayı hissetmemek mümkün değildi. Zira Lübnan coğrafyasının nerede ise üçte ikisine hükmeden, Lübnan’ın İsrail’e karşı korunması sorumluluğunun tamamını üstlenen ve toplumun tüm kesimleri tarafından kabul görüp desteklenen Hizbullah, Velid Canbulat ve Saad Hariri eliyle İsrail’in oyuncağı olmuş bir mecliste hükümetçilik oyununu seyredemezdi.
1982 yılında kurulan ve 1990 yılındaki Taif antlaşmasına kadar devam eden iç savaşta bir taraf olarak bulunan Hizbullah, bu gün Lübnan’ın en etkin unsurlarından birisidir. Hizbullah’ın onay vermediği hiç bir sürecin Lübnan’da sağlıklı işleme imkân ve ihtimali yoktur. Hizbullah’ın onayı olmadığı için 19. kez ertelenen Cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu gücün en belirgin işaretidir. Oysa 128 vekilli Lübnan meclisinde Hizbullah’ın toplam vekil sayısı ancak 14 tür. Hizbullah’ın kurulduğu 1982 yılından bu güne, Lübnan’da diğer guruplar hep güç kaybederken, Hizbullah gücünü ve taraftarlarını katlayarak arttırdı. Bunun en temel sebeplerinden birisi, hiçbir tasnifi esas almadan ülke güvenliği ve vatandaş hakları konusunda herkese eşit ve adil davranmasıdır.
Son bir haftadır Lübnan’da ciddi bir hareketlilik oluşmuştur. Meselenin taraflarının söylediklerine baktığımız zaman, tüm yönleriyle iç sebepler gibi sayılabilecek bu konu, aslında kendi içinde müstetir bir dış sebep taşıyor. Tartışma konularına baktığımız zaman da bu meseleyi bu dış sebepten arınmış düşünmek meseleyi tanıyamamak anlamına gelecektir. Oysa tartışma konusunu oluşturan ve Hizbullah’ın bu konularda bize el uzatanın elini keseriz dediği meseleler bir iç iktidar meselesi değil, daha çok bir güvenlik ve var olma sorunudur.
Bu gün Lübnan’da meydana gelen gelişmeleri, dün Gazze’de olan gelişmelere benzetmek ve eşitlemek bu konuya karşı adaletsizlik yapmak anlamına gelmez. Çünkü Hamas, Gazze’de hem de meseleye vakıf olamayanların nezdinde, durup dururken gibi bir sebepten dolayı idare ve hâkimiyeti ele almış, El Fetih’e ait ne kadar bina ve donanım varsa el koymuştu. Bu gelişmelerin akabinde ortaya çıkan El Fetih- İsrail ortak darbesi planı, Hamas’ın bu müdahalenin zamanlaması konusunda ne kadar haklı olduğunu ortaya koymuştur. Aynı konu bu gün Lübnan’ın da sorunudur ve Hizbullah, zamanlaması mükemmel bir müdahaleyle konuyu Lübnan direnişi ve halkının lehine çevirmiştir. Tartışmaların toplandığı üç meselenin tamamı, İsrail müdahalesine karşı Lübnan ve ümmetin güvenliği ile alakalıdır.
Temmuz harbinde İsrail’e karşı zaferin kazanılmasında ve daha az zayiatın verilmesinde en çok katkı sağlayan ve ancak direniş güçlerinin kullanabildiği telefon şebekesi, Temmuz harbinin intikamıyla yanıp tutuşan İsrail tarafından, içerideki uşakları eliyle devre dışı bırakılmak istenmiştir. Bu bir. Lübnan’ın tek havaalanı olan Beyrut havalındaki direnişe ait kameralar, Mossad ve CIA elemanlarının daha rahat giriş çıkış yapması ve çalışması için sökülmek istenmiştir. Bu iki. Havaalanının güvenliğinden sorumlu olan ve İsrail’e karşı Lübnan’ın savunulmasında direniş güçleri gibi vatansever olan Vefik Şukeyr’in görevden alınmak istenmesi buda üç. Şimdi bu üç meselenin tamamı bize Temmuz Harbindeki mağlubiyetin intikamını arayan İsrail’in içerideki işbirlikçilerini açık ediyor. Tüm hazırlık, eğer becerilebilseydi bu üç sorunun aşılmasının arkasından gerçekleşecek yeni İsrail saldırısına ortam hazırlamak içindir. Bu sebeple çokta anlamsız gibi duran bu üç mesele, Lübnan’ın ve direnişin var olma meseleleridir. İsrail ve Amerikanın içerideki hainlerle iş tutarak bu üç meselede Hizbullah’ın sessiz kalacağını varsaymaları, onların, aldıkları tüm darbelere karşı Hizbullah ve liderliğini tanımamaları anlamına geliyor.
Hizbullah’ın, bu hızlı ve anlamlı müdahalesinden sonra İsrail’in planlarında değişiklik yapıp yapmayacağını bilemeyiz. Ama Lübnan’daki hareketlilikten İsrail’in durumunu keşfetmemiz mümkündür. İsrail Temmuz Harbindeki görüntüsünü düzeltmeden başka bir projeyle ilgilenemez. Eğer Lübnan’a yapacağı yeni bir saldırıda, ikinci bir Temmuz Harbi vakası yaşarsa -ki bu Allah'ın izniyle çok mümkün – buda Ahmedinejat’ın deyimiyle İsrail’in bölgeden ve haritadan silinmesi anlamına gelir. Her durumun direnişin lehine, tüm gelişmelerinde İsrail ve müttefiklerinin aleyhine geliştiği günler yaşıyoruz. Ben kendi adıma bu üç mesele ve benzer meselelerde Hizbullah liderliğinin ortaya koyduğu tutumdan, İmad Muğniye’nin şehid edilmesi sonrasında ilan edilen “açık savaş” tanımlamasının ne anlama geldiğini daha iyi anladım. Bu günler Hizbullah’ın hem yapısal hem de kuşatıcılık açısından daha bir açılım sağladığı günler olacak. Lübnan’ında, direnişinde buna çok ihtiyacı var.
Not: Geçen haftaki yazımda, benden kaynaklanan bir hatadan dolayı, İhsan Eliaçık beyle Mazlumder programı öncesi konuştuğumuz konular, programda söylediği şeyler gibi yansımıştır. O gün tüm öğlen sonu İhsan Eliaçık’a, Mazlumder'den bir arkadaşımla birlikte eşlik ettik. Tekliflerini daha uzun konuşma imkânı bulduk. Fakat ben, bu ayrıntıyı yazımda belirtmeyi ihmal ettim. Programa gelenlerin, bunları ne zaman söylemişti demesi haklı bir durum. Bu durumdan dolayı özür dilerim.