yazar-35
Kandilimiz kutlu olsun!
Kındîl kelimesi, Latince’den Arapça’ya, oradan da dilimize geçmiş, ancak bize gelirken “kandil”e dönüşmüş. Lamba, çerağ, aydınlatma aracı anlamına gelen bu kelimenin mübarek gecelerimize ad oluşu; herhâlde, gecelerin gece olduğu elektriksiz devirlerde insanların uyumak yerine uyanık kalarak ibadet ederken kandilleri yanık tutmalarından ve ibadet yerlerini, hattâ şehirleri kandillerle donatmalarından olsa gerek.
Kandil geceleri saydığımız gecelerden dördü; Kadir, Berat, Regaib ve Miraç dinimizin temel kaynakları olan Kur’an ve sünnette dayanağını bulduğumuz gecelerdir. Bugünlerde kutlamakta olduğumuz Mevlid Kandili ise, kaynağını dinin temel metinlerinden değil, tarihten ve gelenekten almaktadır.
Allah’ın son elçisi Muhammed Mustafa’nın -Ona salât ve selâm olsun!- doğduğu Rebiülevvel ayının on ikinci gecesinin “Mevlid Kandili” olarak kutlanması, ilk kez Fatımîler devrinde Mısır’da başlamış; bu uygulama, neredeyse bütün İslâm âlemine zamanla yayılmış ve benimsenmiştir. Edebiyatımızda da siyer, şemâil, hilye gibi eserlerin yanına mevlid adıyla anılan manzumeler yazılmış ve yayılmıştır. On beşinci yüzyılda Bursalı Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı Vesîletü’n-Necât (Kurtuluş Vesilesi) adlı büyük mesnevî, Türk dünyasında çok sevilmiş, sadece mevlid kandillerinde değil, öteki kandillerde de, hattâ başka vesilelerle de okunagelmiştir. Mevlidhanlık, yani mevlit okuyuculuğu, başlı başına bir marifet ve maharet mevzuu olmuştur. Mevlit okuma ve okutma âdeti çevresindeki bazı inanış ve uygulamaların İslâm dininin temel ilkelerini ve taleplerini zedeleyecek, gölgeleyecek veya unutturacak sapmalar göstermiş veya gösteriyor olması, mevlide bütünüyle karşı olmayı, onu tamamen reddetmeyi gerektirir mi? Zannetmiyorum.
Ancak, mensubu ve müntesibi olduğumuz dinin asıl anlamını, temellerini, ilkelerini; inanç, eylem ve ahlâk esaslarını tanıma, bilme ve uygulama hususunda çok önemli eksiklerimizin, açıklarımızın bulunduğu da inkâr edilemez bir gerçek olarak ortada duruyor. Bu eksikleri gidermek, bu açıkları kapatmak için sorumlu olan veya sorumluluk duyan bütün kurumlara ve kişilere önemli görevler düşüyor.
Kandil gecelerini, özellikle de mevlid kandilini, bu kandillerde yapılan işleri, dine sonradan eklenmiş zararlı bid’atler sayarak onlara karşı çıkmak yerine, dinin anlamını ve gereklerini daha doğru anlamak ve anlatmak için fırsat saymak daha doğru olmaz mı?
Peyamber / peygamber, haberci, nebî, rasûl, elçi, yal(a)vaç dediğimiz görevliler; Allah’ın bize aklımızla ve hayal gücümüzle bulamayacağımız bilgileri iletmek için seçtiği insanlardır. Bu insanların sonuncusu olan Hazreti Muhammed (s.a.v.) ve onun bize getirdiği Kur’an-ı Kerim, insanlığımızın anlamını ve ufkunu aydınlatan ışıklar saçıyor. Bu ışıkların, parlaklığıyla gözlerimizi kamaştırsın ve kör etsin diye gönderilmediğini anlamalıyız.