Mustafa Yiğit
Kardeşten öte; Ayça Günkut Vurucu anısına….
Bugünlerde sık sık sevdiklerimizle vedalaşıyoruz…Kimisi sadece kitaplarından tanıdığımız ancak ortak davamız sevdamız olanlar, kimileri ise ortak sevdalarımızın, inandıklarımızın da ötesinde, sevgisinde ve dostluğunda eridiğimiz, kardeşten öte bildiklerimiz….İsmi her aklımıza geldiğinde boğazımızda düğümlenenler…
Ortak davamız olanlar…
Geçtiğimiz haftaServet Kabaklı’nın rahmeti rahmana kavuştuğunu öğrendik. Kendisiyle yüz yüzü tanışmışlığımız yok. “biz ulusalcı değiliz Türk milliyetçisiyiz” sözü aklımda kalmış… Allah rahmet eylesin…
Kardeşten öte…
Servet Kabaklı’nın ölümünden daha çok sarsan başka bir ölümse yineTürk dünyası aşığı, memleket sevdalısı, çok değerli bir kardeşimizin gençliğinin baharında bizi bırakıp gitmesiydi…
Evet, Sevgili Ayça Günkut Vurucu kardeşimizin bizi bırakıp öbür aleme göçmesi hepimizi derinden sarstı. Evet bizi derinden sarstı çünkü Ayça’yı ailesinden Ayça gibi değerli olan İkbal kardeşimize hayat arkadaşı, eş olarak istediğimiz gün daha dün gibi gözlerimin önünde…
Düğünleri, bizi evlilik sonrasında ilk ziyarete gelişleri, Ayça’nın evimizdeki kediden korkup sandalyenin üstüne çıkışı, o tertemiz yüzü, güzel gülüşü aklımızdan hiç çıkmayacak…
Bir buçuk ay gibi kısa bir sürede yakalandığı hastalığın pençesinden kurtulamayışı ve gözümüzün önünde yitip gitmesini hala bir şekilde kabullenemiyoruz… “Bu hiç Olmadı bu Ayça”diyoruz…Daha söyleyecek çok sözümüz, görecek çok günümüz vardı…
Umutluyduk aslında…En rahat atlatılabilecek bir kanser türüydü onunkisi…Ama, O adeta “ben buralı değilim, öteliyim” diyerek, bizim kirli dünyamızla hiç işi olmayan melek yüzüyle aramızdan ayrıldı…
Ayça Günkut sadece kelebek narinliğinde bir dost değil, aynı zamanda parlak bir zeka, milletimizin büyük sorunlarını küçük omuzlarında taşıma sorumluluğunu her zaman üzerinde hisseden, bu milletin geleceğiyle ilgili kaygıları yüksek şekilde seslendiren, nadir gençlerden biri, gerçek bir Türk kızı, Türk aydınıydı.
O küçücük omuzuna koskoca Türk dünyasının dertlerini yükleyecek kadar büyük bir yüreğe sahipti…
Her sohbette kendi kaygılarımız bir iki cümleyle geçiştirildikten sonra Türkiye’nin yüzlerce yıllık sorunlarını çözmeye kalkardık.
Ayça büyük bir sosyolog olacaktı bundan emindik. Türkiye’de yeni yeni çalışılan bir alanda, Etnik sosyoloji üzerine çalışıyordu.Herkes tatil yaparken o yeni evlenmesine rağmen eşi İkbal’le birlikte tatilde Muş’a gitmiş ve burada sosyolojik araştırmalar yapmıştı. Yüksek lisans tezi olarak bu bölgedeki Türk kimliği, ve bölgenin etnik yapısı üzerine çalışmıştı günlerce. Bundan sekiz dokuz ay önce de telefonda bir makale yarışmasına katılmak için hazırlık yaptığını söylemişti bizlere. Çok heyecanlıydı… Biz senin çalışman derece yapamazsa kimse yapamaz diyerek moral vermiş, teşvik etmiştik.
Katıldığı makale Yarışması “Sürgünün 150. Yılında Sosyo Kültürel yönleriyle Çerkez Toplumu” adını taşıyordu. Ve Ayça belki de ilk makalesiyle, “Kafkas Kökenli Halklarda Kimlik ve Değişim (Muş İli Örneği)” adlı makalesiyle ikincilik ödülünü almıştı. Makalesinin KAFDAV yayınlarından çıktığını öğrenemeden bu alemden göçtü gitti Ayça.
Şimdi elimdebasılmış makalesi okuyorum o melek yüzü gözlerimin önünden hiç gitmeden Ayça kardeşimin. Biliyorum daha çok şeyler yazacaktı. Çok önemli sorunlarımıza parmak basacaktı. Sohbetlerimizde “ ya abi ya nolacak bu memleketin, bu milletin hali” diye sorularla boğacaktıbizi…Cevaplarımızdan yeterince tatmin olmasa da o “nezaket”iyle başını sallayacak, bizi yine onaylayarak, gönlümüzü kırmamak için belki hiç de makul olmayan açıklamalarımıza yine “haklısın” abi diyecekti…
Ayça…Evet belki de onu tanımlayacak en doğru kelime: “nezaket”… En zor anlarda bile “nezaketi elden bırakmayan”hassasiyeti, yanaklarından eksik olmayan, bizlere huzur veren tebessümü…
Biliyorum Ayça kardeş, bugün de tebessüm ediyorsun yine en Melek yüzünle bize…
Ve yine sorar gibisin “Ne olacak bu memleketin, bu millletin hali abi” diye…
Sen yokken aslında seninle sürekli konuştuğumuz memleket meseleleri ve milletin hal-i pür melali daha bir karmaşık hal aldı…
Memleketin sorunlarını yine çözemiyoruz, ancak çözemesek de “umut”larımızı daima diri tutacak dostların bir bir bizi terketmesiyleki zaman yılma noktasına geliyoruz… Keşke şimdi Ayça olsa da o “tevekkül”ü hayatı boyunca elinden bırakmayan haliyle bize “olur be abi” dese…
Ve İsmigül ablan, ben, kedimizle birlikte senin sandalyeye fırlayıp çıktığın o anı yaşıyoruz her Ayça adı geçtiğinde evimizde…
Gözlerimizin içinden sen geçiyorsun o ürkek halinle, buralı olmayan daima Melek misali halinle…
Ve seni sevenlerle bir araya geldiğimiz her gün senin adını, senin bizde bıraktığın güzel anılarımızı konuşuyoruz…Seni özlemeye devam ediyoruz…
Ve Ayça kardeşim… Seni bu dünyada en çok sevenlerini, hayat arkadaşın İkbal’i sorar gibisin… İlk kez Sensiz bize geldi… Ancak O yine seni bizim yanımıza tanıştırmaya getirdiği ilk gün gibi aynı sevgiyle yaşıyor içinde. Saçları hala senin saçlarının son hali gibi kısacak…. Sana söz verdiği gibi…