Adem Uysal
Kendilik Bilinci Ve Ölüm Korkusu
Kendisiyle hesaplaşmadan insan, vuruşmadan kendisiyle, kesinlikle eylemlerine bilinç eşlik etmez. Bilincin eşlik etmediği her türlü eylem de ahlaksızlık doğurur. Aynı şekilde ölüm korkusu da ahlaksızlık intaç eder. Çünkü korku da bilinçsizlikten neşet eder. Ölümü ''hiç olmak'' olarak ele alırsa insan elbette hiçlik korkusu zihninde eylemlerine refakat edecektir. Bu durumda eyleme koyulan insan yaptığının yanına kâr kalacağını hesaba katarak yola koyulacaktır. İbn Sinacı meşşâî felsefe geleneğinin önemli ismi Lisanu'l- Hak Zeynuddin Ömer b. Sehlan el- Sâvi şöyle der:''Korku, tüm insanların yönünü kendisiyle belirlediği bir simgedir.'' Sözün Eşiğinde Sh. 205 İhsan Fazlıoğlu.
Daha önce hiç bir yerde karşılaşmadığım veya görmediğim bir ''kulluk'' tanımıyla karşılaştım Abdu'l- Kadir Geylânî de. Şöyle tarif ediyordu kulluğu:'' Kulluk adetleri terk etmektir.'' Bilincin refakat etmediği adetler Allah'a kulluk bağlamında ele alınmıyor bu tarifte. Bilinç eylemlerimizin mukaddimesi olmadığı,olamadığı sürece orada kulluktan da bahsedilemeyeceği böylece aşikar oluyor zihin dünyamızda. Adetleri ibadete dönüştürmek niyetle kabildir. Niyet ise bilinç ve idrak demektir. İbadetlerimizin mukaddimesidir niyet. Niyetsiz ibadet adettir,ibadet değil. Çünkü bilinç eşlik etmiyor burada ibadete.
Bu durumda işe koyulmanın başlangıç noktası kendilik bilincini oluşturmak olmalı. Kendisini tanımalı insan.İkili yapısının farkına varmalı veya farkında olmalı.Hadis olarak da rivayet edilen ama hakikatte kelam-ı kibar olan meşhur bir rivayette şöyle deniliyor:''Men arefe nefseh fegad arefe Rabbeh'' Kim kendini bilirse Rabb'ini bilir. Burada insanın kendisini tanıması ve bilmesi kendisini yaratan yüce yaratıcıyı tanıması ve bilmesinden daha önceliklidir. Kendini tanıyışı sonrası Allah'ı tanıma ve bilme aşamasına gelecektir insan. Ruh ve bedenden oluştuğunu bilmesi gerekiyor insanın, ruhsuz bir bedenin korkuyla malul olduğunu da. Korkuyu intaç edenin aslında ruh dan bağımsız bedenin iş görme alışkanlığı olduğunu da bilmeli insan. Korku her zaman boyun eğmek zorunda bırakır insanı. Kişiyi bozan ve onu bir tutsak haline getiren zaafın kaynağı budur işte.
Bedeni yahut kişinin ruhunu Eflatun, iki atın çektiği arabanın sürücüsüne benzetir. Atların ikisi de itaatli ise, mesele yok. Ama ters yönlere saparak koşarlarsa, arabacının başı dertte demektir. Bkz: Eflatun: Faidros. Farklı istikametlere yönelmiş iki atın çektiği bir arabada sürücü menzil-i maksuda vasıl olabilir mi dersiniz?
Ruhumuzdan bağımsız iş görmenin insanı getirip bıraktığı nokta:''Bütün eforunu Allah'a kulluğa adadığı için buluğ çağı uzamış bir nesilden buluğ çağı kısalmış bir nesle ulaşmış olmak''
Müslüman var olur,var ölür. Ama yok olmaz. O halde bu korku da neyin nesi dir? Hz. Ali: Kim ölümün yokluk olduğunu zannederse onun yokluğu doğumla başlar. Buyurmuştur. Ölüm bilinci ölüm korkusu değildir. Ölüme doğrudur yolumuz. Ana karnında ki çocuğa doğmak, dünyadan göçmektir diyordu Mevlana Celaleddin.
Modernizm ölümü itibarsızlaştırarak korkuyu da körükleyerek işe koyuluyor bugün.1860 dan sonra Avrupa'nın büyük şehirlerinde mezarlıkların büyük şehirlerin dışına taşınmasıyla ölüm itibarsızlaştırılmıştır. Mezarlıklarla yaşamak istemiyor modern insan.
Yahya Kemal'e İstanbul'un nüfusu sorulduğunda 90 milyon diye cevap veriyor. Halbuki Türkiye'nin nüfusu 1950' li yılar da 18-20 milyondur. O devir de verdiği cevap:''Biz ölülerimizle birlikte yaşıyoruz''oldu. Yunus Emre'nin:''Ölen hayvan imiş insan ölesi değil.''deyişi, ölüm korkusunun yersiz bir endişe olduğunu isbat sadedinde ne kadar da manidardır. Evet ölümün dizgini elimizde değildir ama bu durum ondan korkmamızı veya bu gerçekliği görmezlikten gelmeyi de gerektirmiyor. Yapılması gereken Namık Kemal'in:''Ne devlettir şehid-i zi-hayat olmak bu dünyada''dediği gibi şehid-i zi-hayat olarak hayatı tamama erdirmektir.
Korku izale edilince eylemlerimize bilinç refakat edecektir. Olması gereken ruhumuzu bedenimizin tasallutundan kurtarmak ve işi ehline vermektir. Kadim ulema insan için: ''Camiu'l-ezdat''diyorlardı. Evet öyledir insan.İki zıt tan müteşekkildir. Hayatın varlık temeli de zıtlıklarla kaimdir.Ruhsuz beden ölüdür,bedensiz ruh da ayakta kalamaz.İki zıt arasında ki uyumu,tenasübü ve hiyerarşiyi ancak yaratıcının sözüne kulak kabartmak sağlayabilir.O halde biz kendimizi tanıdıkça korku ve endişelerimiz yerini sekinete bırakacaktır.Korku ve endişe bilinmeyenden ortaya çıkar. Kendimizi tanıdıkça, bu korku ve endişelerin hem iç hem de dış dünyamızda bizi terkettiğini müşahede edeceğiz.Selam ve dua ile...