Prof. Dr. Ali Akpınar
KISSA İBRET ALMAK VE YAŞANMAK İÇİN ANLATILMALI!
Kıssa ibret almak içindir. Kur’ân bize pek çok kıssa anlatır. Bunlar, geçmişte yaşanmış, günümüzde de yaşanılabilir kıssalardır. Zaten Kur’ân, kıssa anlatmış olmak için, tarihi bilgiler vermek için kıssa anlatmaz. Bunun için Kur’ân kıssa anlatırken, olayların ayrıntılarına girmez, bizlere mesaj verecek yönleriyle anlatır.
Bugün dine davet edenler, kıssa anlatırken Kur’ân’ın bu metodunu esas almalıdırlar. Çeşitli kaynaklarda pek çok kıssa/hikaye anlatılır. Bunlar yaşanmış olabileceği gibi, hayalî hikâyeler de olabilir. Din anlatanlar, yaşanmış kıssaları anlatmalı ve onları günümüz insanının yaşayabileceği şekilde sunmalıdırlar. Ütopik, yaşanamaz, günümüz insanı için bir şey ifade etmeyen hikâyeler din adına anlatılmamalıdır.
Bir iki örnek verecek olursak:
Hz. Ömer’in İsra-Mirac mucizesine inanmayan inkârcıyı katletmesi: Bir hocamız camide anlatıyor: İsra ve Mirac mucizesini akabinde bir müşrik, Hz. Ömer’e gelir ve duydun mu Muhammed, gecenin bir anında önce Kudüs’e ardından semalara yolculuk yapmış, Ebubekir de bu anlatılanlara inandığını söylüyor, sen ne dersin deyince, Hz. Ömer, Allah Rasülü ve onun sadık arkadaşına inanmayan adamın hakkı kılıçtır der ve kılıcını çekerek adamın kellesini uçurur(!)
Şimdi, bu anlatılanları akıl ve tarih süzgecinden geçirelim. İsra-Mirac mucizesi Mekke’de gerçekleşmiştir. Mekke’de Müslümanların sayısı oldukça azdır. Müslümanlar, müşriklerin sözlü ve fiili işkence ve eziyetlerine maruz kaldıkları halde, Peygamberimiz, onlara karşılık verilmemesini ısrarla söylemiştir. Müslümanlara, savaş izni Medine’de gelmiştir. Mekke’de bir müslümanın, bir müşriği öldürdüğüne dair bir rivayet de yoktur. Üstelik İsrâ ve mirac mucizesinin, ruhânî, cismânî, rüyaî olduğu günümüze kadar tartışılmış bir hadisedir. Bu olayı insanların kabul etmesi zordur. Ancak Allah’a ve Rasülüne iman edenler, bu olayı kabul edebilirler. Dolayısıyla o günlerde pek çok insan, Yüce Allah’ı ve peygamberini inkar ettikleri halde öldürülmüyorlardı ki bir mucizeyi inkar ettiklerinde öldürülsünler. Bütün bunlara rağmen böyle bir hikayeyi anlatmak, dinleyicilere ne verir: Bunu dinleyen biri, kendini Ömer yerine koysa, mucizeleri inkâr eden bir adamı öldürmeye kalksa, bunun vebali kimedir?!
Ebubekir’in yanık ciğer kokusu: Bu kıssayı da bir hocamız mübarek bir gecede anlatmıştı: Kıssaya göre, Medine’deyiz. Müslümanlar zor günler yaşamakta, müminler arasında açlık hüküm sürmekte, peygamberimiz başta olmak üzere Müslümanların çoğu açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlamışlar. Böyle bir günde Mescide gelen Müslümanlar, mescide yakın bir yerde oturan Ebubekir’in evinden et kokusu geldiğine tanık olurlar ve ey Allah’ın Rasülü, Müslümanlar aç aç dolaşırken, Ebubekir’in evinden kebap kokuları geliyor diyerek Ebubekir’i peygamberimize şikayet ederler. Şikâyet üzere Peygamberimiz, o Müslümanlarla beraber Ebubekir’in evine doğru giderler, selam verip içeri girdiklerinde görürler ki evde et falan pişmemekte, fakat dışarıya et kokuları gelmekte. Sebebini sorunca Ebubekir, kokunun Allah korkusundan yanan ciğerinin kokusu olduğunu söyler(!)
Şimdi düşünelim. Elbette Hz. Ebubekir çoğu insandan daha fazla Allah’tan korkan, sıddıklık makamında seçkin bir zattı. Allah korkusundan ciğerin yanması, mecazi bir ifadedir. Bundan dolayı herhangi bir et kokusunun etrafa yayılması düşünülemez. Hele evin dışına taşan bir kokudan hiç bahsedilemez. Hz. Ebubekir, her zaman Allah korkusuyla dopdolu bir insandı. Onun ciğeri, sürekli yanacak ve etrafa et kokuları saçacak olsa buna ciğer de dayanmaz, yürek de. Öte yandan böyle bir kıssanın günümüz insanına bakan bir tarafı yoktur. Dün olduğu gibi bugün de hiç kimsenin ciğeri yanmaz ve etrafa et kokusu yaymaz. Zaten İslam da bizden böyle bir şey istemez. Yüce Allah’ın dini, yaşanılmaz değildir. Ey kıssa anlatan ve dinleyenler, biraz daha dikkat lütfen!
Kıssa ibret almak içindir. Kur’ân bize pek çok kıssa anlatır. Bunlar, geçmişte yaşanmış, günümüzde de yaşanılabilir kıssalardır. Zaten Kur’ân, kıssa anlatmış olmak için, tarihi bilgiler vermek için kıssa anlatmaz. Bunun için Kur’ân kıssa anlatırken, olayların ayrıntılarına girmez, bizlere mesaj verecek yönleriyle anlatır.
Bugün dine davet edenler, kıssa anlatırken Kur’ân’ın bu metodunu esas almalıdırlar. Çeşitli kaynaklarda pek çok kıssa/hikaye anlatılır. Bunlar yaşanmış olabileceği gibi, hayalî hikâyeler de olabilir. Din anlatanlar, yaşanmış kıssaları anlatmalı ve onları günümüz insanının yaşayabileceği şekilde sunmalıdırlar. Ütopik, yaşanamaz, günümüz insanı için bir şey ifade etmeyen hikâyeler din adına anlatılmamalıdır.
Bir iki örnek verecek olursak:
Hz. Ömer’in İsra-Mirac mucizesine inanmayan inkârcıyı katletmesi: Bir hocamız camide anlatıyor: İsra ve Mirac mucizesini akabinde bir müşrik, Hz. Ömer’e gelir ve duydun mu Muhammed, gecenin bir anında önce Kudüs’e ardından semalara yolculuk yapmış, Ebubekir de bu anlatılanlara inandığını söylüyor, sen ne dersin deyince, Hz. Ömer, Allah Rasülü ve onun sadık arkadaşına inanmayan adamın hakkı kılıçtır der ve kılıcını çekerek adamın kellesini uçurur(!)
Şimdi, bu anlatılanları akıl ve tarih süzgecinden geçirelim. İsra-Mirac mucizesi Mekke’de gerçekleşmiştir. Mekke’de Müslümanların sayısı oldukça azdır. Müslümanlar, müşriklerin sözlü ve fiili işkence ve eziyetlerine maruz kaldıkları halde, Peygamberimiz, onlara karşılık verilmemesini ısrarla söylemiştir. Müslümanlara, savaş izni Medine’de gelmiştir. Mekke’de bir müslümanın, bir müşriği öldürdüğüne dair bir rivayet de yoktur. Üstelik İsrâ ve mirac mucizesinin, ruhânî, cismânî, rüyaî olduğu günümüze kadar tartışılmış bir hadisedir. Bu olayı insanların kabul etmesi zordur. Ancak Allah’a ve Rasülüne iman edenler, bu olayı kabul edebilirler. Dolayısıyla o günlerde pek çok insan, Yüce Allah’ı ve peygamberini inkar ettikleri halde öldürülmüyorlardı ki bir mucizeyi inkar ettiklerinde öldürülsünler. Bütün bunlara rağmen böyle bir hikayeyi anlatmak, dinleyicilere ne verir: Bunu dinleyen biri, kendini Ömer yerine koysa, mucizeleri inkâr eden bir adamı öldürmeye kalksa, bunun vebali kimedir?!
Ebubekir’in yanık ciğer kokusu: Bu kıssayı da bir hocamız mübarek bir gecede anlatmıştı: Kıssaya göre, Medine’deyiz. Müslümanlar zor günler yaşamakta, müminler arasında açlık hüküm sürmekte, peygamberimiz başta olmak üzere Müslümanların çoğu açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlamışlar. Böyle bir günde Mescide gelen Müslümanlar, mescide yakın bir yerde oturan Ebubekir’in evinden et kokusu geldiğine tanık olurlar ve ey Allah’ın Rasülü, Müslümanlar aç aç dolaşırken, Ebubekir’in evinden kebap kokuları geliyor diyerek Ebubekir’i peygamberimize şikayet ederler. Şikâyet üzere Peygamberimiz, o Müslümanlarla beraber Ebubekir’in evine doğru giderler, selam verip içeri girdiklerinde görürler ki evde et falan pişmemekte, fakat dışarıya et kokuları gelmekte. Sebebini sorunca Ebubekir, kokunun Allah korkusundan yanan ciğerinin kokusu olduğunu söyler(!)
Şimdi düşünelim. Elbette Hz. Ebubekir çoğu insandan daha fazla Allah’tan korkan, sıddıklık makamında seçkin bir zattı. Allah korkusundan ciğerin yanması, mecazi bir ifadedir. Bundan dolayı herhangi bir et kokusunun etrafa yayılması düşünülemez. Hele evin dışına taşan bir kokudan hiç bahsedilemez. Hz. Ebubekir, her zaman Allah korkusuyla dopdolu bir insandı. Onun ciğeri, sürekli yanacak ve etrafa et kokuları saçacak olsa buna ciğer de dayanmaz, yürek de. Öte yandan böyle bir kıssanın günümüz insanına bakan bir tarafı yoktur. Dün olduğu gibi bugün de hiç kimsenin ciğeri yanmaz ve etrafa et kokusu yaymaz. Zaten İslam da bizden böyle bir şey istemez. Yüce Allah’ın dini, yaşanılmaz değildir. Ey kıssa anlatan ve dinleyenler, biraz daha dikkat lütfen!