M. Faik Özdengül
Kolaylaştırmak üzerine
Özellikle çocuk ve ergenelerde en çok gördüğüm şey birilerini suçlamaya yatkınlıklarıdır. Bunlar en çok da anne ve babalarıdır.
Gazete okur, televizyonları seyreder, radyoları dinlerim. En çok suçlananlar devlet ve bürokrasidir. Halkımızın, gazete ve diğer medya organlarının, bunlara biz köşe yazarları da dahil en çok suçladığımız yine bürokrasi. Bizim gibi gazetelere bakıyorum en çok da belediyeler. En kolay suçlanan, suçlaması en zararsız insanlar özellikle de belediye başkanları ve çalışanları.
Bir de hiç dokunulamayanlar var. Bunları bilirsiniz.
Ya halk, ya da bizler kendimize dokunur muyuz? Nadir. Pek sık rastlanan bir durum değil.
Ben yakından biliyorum. Özellikle de kendi çalıştığım kurum açısından. Koski örneğin. Sürekli toplantıların ana konusu kağıt kürek işlerinin en aza indirgenmesi. Halka sunulan ya da sunulması düşünülen hizmetlerde bürokrasinin minimuma nasıl düşürülebileceği konusu. Sonuç da alınıyor. Artık sadece nüfus cüzdanıyla, kimlik numarasıyla çoğu işlemler yapılabilmekte. Daha da fazlası olmalı. İşler kolaylaştırılmalı.
Şimdi bu yazıyı yazarken aklıma geldi. Askerlik sırasında taburumuza zaman zaman generaller gelir konuşmalar yaparlardı. Bir keresinde şöyle demişti general: Ülkedeki bütün kurumlar kokuşmuştur. Hepsi yerlerde sürünmektedir. Sadece TSK tertemiz ve dimdik ayaktadır.
Tabi konuşma uzun sürerdi ve hiç itiraz edilmezdi. Ben o zaman da bir doktor olarak bu cümlelere ihtiyatla yaklaşırdım. Eğer bir vücutta bütün organlar ve sistemler çökmüşse tek bir organın tertemiz kalması mümkün olamazdı. Bu günlerde bunlarla da ilgili bolca spekülasyonlar mevcut ve her birimiz de bunları yakından takip ediyoruz.
İşten güçten çok fazla vakit olmuyor sokağa çıkıp insanları tek tek dinlemek. O yüzden tatil günlerinde eski Konya’nın çarşılarını pazarlarını gezmeye özen gösteririm. Alış veriş yaparım insanları dinlerim. Çay içilen mekanlarda soluklanırım. Dinlerim insanları. Yapılan en kolay şey yönetenleri suçlamak.
Bu birkaç ay içerisinde kendimle ilgili iki somut olay yaşadım. İkisi de alış verişle ilgili. Birisi D…diğeri de M… mağazaları. Konuyla ilgisi ne diyeceksiniz? İkisi de yaklaşım ve bürokrasi ile ilgili. D’den, birisi kendime diğeri de bir arkadaşıma hediye iki gömlek aldım. İlk yıkamada bir beden küçüldü. Götürdük. Merkeze gönderelim dediler. Gitti. 1 ay sonra aradılar ve başka bir ürün alabilirsiniz dediler. Size verdiğimiz kâğıtla gelin dediler. Kâğıt yok bende dedim. Bulamadım kâğıdı. Kimlikle gelin dediler telefonda. Gittim R’deki mağazalarına, oradan almıştım çünkü ürünü. Önce uzun uzun istişareler ettiler. Bilgisayar kayıtlarından ismimi buldular. Birkaç yere telefon ettiler. Kağıt olmadan olmaz dediler. Oflamalar puflamalar. Peki dedim. Ertesi gün diğer mağazaya gittim. Altı üstü bir gömlek değiştireceğim. Yine aynı şeyler. Kasadaki hanımefendi üzgünüm dedi. O zaman ne yapacağım dedim. Yapabileceğim bir şey yok dedi. Fıkra gibi. İstanbul’un telefonunu istedim güç bela verdiler. Aradım. Siz mağazaya gidin biz gereken notu ileteceğiz dediler. Tekrar gittim. Tüm kayıtlarda adım var. Bana verdikleri kağıt parçasının bir nüshası da onlarda. Yine uzun istişarelerden sonra yerine iki parça bir şey aldım. Bu aradaki duygu durumumu merak ediyorsanız. Öfke. Suçluluk. İncinme. Birisinden bir şey istemenin ezikliği. Eve gidip uzanıp dinlenip sakinleşeyim istedim. Uykudan telefonla uyandım. Bu kez daha yukardan birisi hararetli bir ses tonuyla arıyor. Mağazaya gitmeliymişim. Bana yanlış ve fazladan ürün verilmiş. Ne gömlekmiş. Akşam yeniden gittim. 4. kez. Beyefendiye bunları yazacağımı söyledim. “İstediğiniz yerde yazın” dedi. Müsaadesini de aldım yani. Benzer şeyler M’da da başıma gelmişti. Şimdi onu da uzun uzun yazmak istemiyorum. Orada da bir gün sonra kullanamadığım bir ürünü değiştirmek için gittiğimde neredeyse birebir aynı uygulamayla karşılaşmıştım. Üzgünüz cevabı yani. Bunları tarzım olmadığı için yazarken bile rahatsız oldum aslında. Ancak yazmadan da duramadım.
Bu beyefendiler yönetici. Düşünün bürokrat olsalar.
Bence bürokratlarımıza haksızlık ediyoruz çoğu kez.
Herkes ben de dâhil, kendisine dokunsun önce. Dokunmalıyız da.
Hepimize kolaylaştırmayı öneriyorum. En başta da kendime.