Korkaklığın rahatlığı mı? Pişmanlığın asaleti mi?

Korkaklık yapıyor olmak ömrü uzatmadığı gibi, cesur davranmak da ömrü kısaltmaz. Seni bulması gereken, bulması gerektiği yerde hem de hiç vaktini şaşmadan bulur. Hepimiz kaderini yaşayan kullarız. Duanın kaderi değiştirdiğine inanıyoruz. Lakin gayret ve koşturmanın gerektiği de bize öğretilmiş. Siyasette ya da ticarette yer vermediğimiz duaların katkısını, koşuşturmalarımızı arttırarak kapatmaya çalışıyoruz. Düzgün gitmeyen bir siyasi ve ticari hayatımız var. Kuşatılmışlığın getirdiği ezikliği, mazeretlerimizi daha güçlü hale getirerek çözmeye çalışıyoruz. Kendimizin bile inanmadığı gerekçelere, diğer insanların inanmasını hatta dinle ilgili bir yönümüz varsa, Allah’ın (cc) da bu oyuna dahil olmasını istiyoruz.

Kadınlarımızın, frapan renkler ve streç giysilerle oluşturmaya çalıştığı tesettürü, erkeklerimizin birkaç milimlik kirli sakallarıyla süsleyerek İslamcı yönümüzü ortaya koyuyoruz. Üstelik bu yönümüze, oyunumuza dahil etmeye çalıştığımız Allah’ın (cc) da tanıklık etmesini isteyerek ödüllendirmesini bekliyoruz. Tanıklık ettiğine inandığımız bir takım güçlerin de, bu frapan ve şuh renkler ile tesettürümüze, birkaç milimlik sakalımızla da İslamcılığımıza söz etmemesini bekliyoruz. Net ve somut duruşumuzun olmamasından kaynaklanan kişilik kaybımızı, fiziksel görüntümüzde belirginleşen özentilerimizle telafi etmeye çalışıyoruz.
Hayatımızda gayrı İslami temayüller çoğaldıkça, vicdan azabımız artmakta. Artan vicdan azabımızı bastırmak adına da sözde İslami, aslen ne olduğu belli olmayan ameller içine girmekteyiz. Dün direndiğimiz ve yanlış olduğu konusunda ısrarcı davrandığımız bir takım işlerin, bugün yapılabilirliği konusunda sebepler arayışı içindeyiz. Girdiğimiz işler “nedamet” eksikliği yüzünden bize, sebep ve sonuç felaketi için kılıflar aratmakta. Bulduğumuz kılıfların çaldığımız minareyi kapatıp kapatmayacağını ise düşünmemize dahi fırsat vermemektedir.

Hayatın çok kısa olduğu bilgisi herkesin malumudur. Taşıyor olduğumuz yükün, yaşıyor olduğumuz zamanla dengeli olmadığı muhakkak. Yaşıyor olduğumuz zamanla ilgili bir değişiklik irademizde değilse, taşıyor olduğumuz yükle ilgili çalışma yapmamız gerekiyor. İnancımıza yönelik beklentilerimize cevap verilmediği zaman, beklentilere uygun inanç oluşturmak bizi kurtarmayacaktır. İdare edilen olmak ya da idare eden olmak fark etmiyor; herkesin direnç geliştirmesi gereken zaafları var. Zaaflarına yenik düşmüş bireylerle, bireylerin zaaflarından semere elde etmeye çalışanların tezgahı, aynı güce hizmet etmektedir. Bizlerin sokaklara yansıyan görüntüleri ile sokaklardan iz sürerek yeni sokak görüntüleri oluşturanlar aynı kapıya hizmet etmektedir. İnancı olan benimle, ötekinin arasındaki fark, inancımı tatmin edecek düzeyde değilse, gelişmelerden mağlup ayrılan taraf “benim” demektir.

Şekilciliği esas kabul etmeyen bir inancın müntesipleriyiz. Ama şekildeki değişikliğin ruhtaki yıpranmaya ait ipuçlarını da bize bilgi olarak sunan bir önderimiz var. Muhammed(as) insan kalbinin “kaynayan bir kazan” gibi değişkenlik gösterdiğini öğretiyor. Zaaflarımızın ve çevremizin bizi esir aldığı zamanlar illaki olacaktır. Derdimiz büyük, sorunlarımız dipsiz ve bucaksız. Bunların hepsiyle baş etmemiz mümkün değil gibi gözükmekte. Ama mümkün gözüken bir şey var ki oda, yarın sabah başka bir “ben” yada başka bir “sen” olabiliriz. Kişiliğimizin yıpranmasına sebep olan tüm detayları hayatımızdan kovabilir. “Benliğimizin!” düşmanı olan ne varsa terk edebiliriz. Nedamet, hataların mağfiretiymiş. Nedametle başlayan yenilenme, korkaklıkla uzatmaya çalıştığımız ömrümüze ömür katmayacaktır. Ama korkaklıktan dolayı yıprattığımız inancımızı tamir edecek her aynaya bakışımızda utanç duyduğumuz kişiliğimizi ise taşınabilir hale getirecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.