Doç. Dr. Murat Kayacan
Kur’an’da “Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü taşımaz.” ifadesi
Ahirette “Her koyun kendi bacağından asılır.” Bu gerçek, Kur’an’da, “hiçbir günâhkâr başkasının günah yükünü taşımaz” ifadesiyle, bir ayette “Ellâ teziru vâziratun vizra uhrâ” (Necm, 53: 38) ve dört ayette ise “lâ teziru vâziratun vizra uhrâ” lafzıyla yer almaktadır. Bu yazıda, Mekke’de indirilen (söz konusu ifadenin geçtiği) bu beş ayet, nüzul sırasına göre ele alınacaktır.
Hz. İbrahim’e gönderilen vahiy, Hz. Musa’ya verilenle Kur’an’ın ifadesiyle (Necm, 53: 36-37) şu ilke açısından, uyum içindedir: “Doğrusu hiçbir günâhkâr başkasının günah yükünü taşımaz.” (Necm, 53: 38). Suçta asıl olan şahsîliktir. Fıkıhtaki ifadesiyle, ukubatta niyabet (cezada vekalet) caiz olmaz. Ayrıca “Sen yap, günahı benim boynuma!” türünden sözlerin dinde herhangi bir delili yoktur. Bu tür ifadeleri kullanan kimse, suça teşvik kabahati işler ama teşvik ettiği kişi, suçtan dolayı kendisinin masum olduğunu, kendisini suça teşvik edenin sorumluluğu üstlenmesi gerektiğini söyleyip kenara çekilemez. Müfessirler tarafından günah yükü değil ama sevap aktarımının olup olamayacağı tartışma konusudur. Başkasının yerine namaz kılınamayacağı söylense de oruç, hac ve zekât gibi bedenî-mali ve sadece malî ibadetlerin yapılabileceği, konuya dair sahih kabul edilen hadislerle de desteklenerek ifade edilmektedir. Mevdudi’ye göre şahsın niyeti önemlidir. Sözgelimi hacca niyetli olmayan birinin yerine hac yapmak, o kişiyi sorumluluktan kurtarmaz. Onun bu yaklaşımı, bir sonraki ayet ile uyumlu görünmektedir: “Ve insan için kendi çabasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 53: 39).
Hesaba çekileceğini bilen ve buna inanan kişi suça eğilimli olmaz yahut azaptan korkarak suç işlemekten sakınır: “Hiçbir günahkâr başkasının günahı yükünü taşımaz. Yükü ağır olan biri (bir başkasını) onu yüklenmeye çağırsa bir yakını bile olsa kendisine ondan bir şey yükletilmez. Sen ancak görmedikleri halde Rablerinden korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendi yararına arınmış olur. Dönüş Allah'adır.” (Fatır, 35: 18). Kendisini günahtan arındırmaya çalışan kimse, “başkasına günahını yükleyemeyeceği bilincine” de sahiptir. Bu nedenle Hz. Ebubekir, “Allah’ım benim bedenimi cehennemde o kadar büyüt, başkasına yer kalmasın.” şeklinde bir söz sarfetmemiştir, denebilir. Ayrıca, günahın bireyselliği ilkesi, Hristiyanlardaki “Hz. İsa’nın insanlığın günahının kefaretini hayatıyla ödediği” şeklindeki anlayışın da yanlış olduğunu göstermektedir. Ahirette kurtaracak olan, sahih bir itikat ve salih amellerdir. Alışveriş, dostluk, şefaat vs. söz konusu değildir (Bakara, 2: 254).
İnsanların kendi günahlarını yüklenebilmeleri için günahın ne olduğunu da bilmeleri gerekir. Bu açıdan peygamberler ve tevhid mesajı nimettir: “Kim hidayete ererse kendisi için hidayete erer. Kim de sapıtırsa yalnız kendi aleyhine sapıtır. Hiç bir günahkâr başkasının günah yükünü taşımaz. Biz peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz.” (İsra, 17: 15). “Kendilerine peygamber gönderilmeyen toplumların durumu ne olacak?” diye soran İslam karşıtları, kendilerine şu soruyu sormalıdırlar: “Müslümanları aciz bırakma niyetli bu sorumuz, tebliğin bize ulaştığını gösteriyorsa bizim ahiretteki durumumuz ne olacak?”
Sorumluluğu üstünden atmaya eğilimli olan insanoğluna, Kur’an şöyle uyarıda bulunmaktadır: “De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben O'ndan başka kendime Rab mi arayacağım? Herkesin kazandığı ancak kendinedir. Hiçbir günahkâr başkasının günahını yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir ve O size hakkında görüş ayrılığına düştüğünüz şeyleri bildirir.” (Enam, 6: 164). Kimsenin başka bir kimsenin günahından sorumlu olmaması, kan davalarının anlamsızlığını da göstermektedir. Toplu işlenen suçlarda da herkes “payına düşen günah”tan sorumludur. Herkesin kendi günahından sorumlu olması, kimsenin kimseyi uyarmaması anlamında değildir. Çünkü hakkı ve sabrı tavsiye etmeyi, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma sorumluluğunu terk etmek de günahtır.
Allah’ın birliğine inanmak ve kulluk etmek, cennete kavuşmak isteyen insanoğlunun ihtiyacıdır. Yoksa onun kulluğuna, Allah’ın ihtiyacı olduğu için değildir. İnkâr edenler, inkârlarının sonucuna katlanırlar: “Eğer inkâr ederseniz şüphesiz Allah'ın size ihtiyacı yoktur. Bununla birlikte kulları için küfre razı olmaz. Eğer şükrederseniz işte sizin için buna razı olur. Hiçbir günâhkâr başkasının günah yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Böylece yaptıklarınızı size bildirecektir. Muhakkak ki O, kalplerde olanı bilmektedir.” (Zümer, 39: 7). İnsan, başka birini inkârcılığa yönlendirebilir fakat kabul ya da reddetmek insanın elindedir. Dolayısıyla sonucundan da ahirette sorumlu olacaktır.
Görüldüğü gibi ahirette herkes yaptıklarından ve yerine getirmediği sorumluluklardan hesap verecektir. Orada eş, dost, lider vs. değil tevhid üzere bir iman ile yapılan salih ameller cehennemden kurtuluş vesilesi olabilir.