‘Laiklik kilisesi’

Bir okuyucum elektronik mektupla aşağıdaki yazıyı göndermiş. Sevgili okuyucumun eline, emeğine sağlık. Yazıyı okuduktan sonra bir araştırma yaptım. Bu enfes yazıyı günümüzde yaşayan en büyük fikir adamlarından Namık Kemal Zeybek’in kaleme aldığını ve Aygazete.com’da yayınlayarak kamuoyuna sunduğunu fark ettim. Şimdi gelin bu yazıyı birlikte okuyalım.

….

Aytunç Altındal’ın laiklik konulu bir kitabı var. Kitabın ikinci adı: Enigma’ya Dönen Paradigma”. Yazar, paradigmayı “bir tasarımlar ve görüşler sistematiğindeki (bütünlüğündeki) modelleştirilmiş bir veche (pattern)” olarak açıklıyor. Enigma ise; “kasıtlı olarak esrarengiz, anlaşılması zor, muğlak hale getirilmiş...”

Laikliği, tanımı ve kuralları gökten inmiş; üzerinde değişim yapılamaz bir “kutsal” haline getirirseniz, hem anlaşılması zor da değil imkânsız olur; hem de üzerinde anlaşmak mümkün olmaz.

Kutsallar arasına soktuğunuz; ve insanları müminler, kâfirler, münafıklar halinde bölümlere ayırdığınızda da laiklik artık “laik” bir kavram olmaktan çıkar, “din” haline gelir.

Laiklik bir düşünce ve uygulama seçimi olmaktan çıkıp “din” olunca da olanlar olur. Çıkış amacının tam tersine hizmet eder...

Batı\'da laiklik düşüncesi ve 1789 Fransız İhtilali\'nden sonra ortaya çıkan uygulamanın sebebi neydi? Kilise’nin devletler, siyaset, bilim ve insanların yaşama biçimi üzerindeki baskısı değil mi? O baskı asırlarca Batı insanının mutsuzluğuna ve karanlık çağlara yol açmadı mı? Karanlık ve karanlıkçılığa karşı aydınlığın ve aydınlanmanın bir başka adı olan laikliği yeni bir baskıcı anlayışın gerekçesi yapmak doğru mudur?..

Ülkemizde papaları, kardinalleri, piskoposları ve papazlarıyla bir laiklik kilisesinin oluşturulmağa çalışıldığını söylersek, çok mu abartmış oluruz.

Basında yazan ya da konuşmaları yazılan, yayınlarda konuşan kimi laiklerimizin tanımlamalarına dikkat ediyorum. “Kamu işlerinde ve özel hayatında İslam’ı esas alanlara” şiddetle yükleniyorlar.

Kamuda dini kuralları esas alıp başkalarını zorlamak elbette laikliğe aykırı... Ama insanların özel hayatlarında inandıkları dinin gereğini yapmalarını da yasaklamaya çalışmanın laikliğin özü ile bağdaşır yanı var mıdır?

Bu tür bir laiklik anlayışı gerçekte insanlığın yabancısı değildir. Uygulamada farklılıklar olsa da eski komünist rejimlerde sadece kamu işlerinde değil, özel hayatta da dini kurallara göre yaşamaya çalışmak YASAK’tı.

Bazı dönemlerde ve bazı ülkelerde bu yasağın karşılığı ölüm, sürgün, hapis olabiliyordu. Çoğunlukla da komünist partisinden atılmak sonucunu getiriyordu. “O bir dönemdi, geldi geçti” derken görüyoruz ki ülkemizde hâlâ bu anlamda laikliği anlayanlar ve savunanlar var.

Sözgelimi bunlar laikliği “din ve devlet işlerinin ayrılması, dinin devlete, devletin dine müdahale edememesi, yurttaşların din seçmekte ve seçtikleri dine göre yaşamakta serbest olması” gibi tanımlamalara itiraz ediyorlar. Çünkü onlar için en geçerli din “laiklik”tir. Hayatın her alanını “sadece ve sadece” laiklik kaplamalıdır.

Bu anlayışın gerçek adı dinsizlik bile değil, din düşmanlığıdır.

İnsanlar dinsiz ve din karşıtı da olabilirler.

Ama insanlar din yanlısı ve dindar da olabilmelidirler.

Dindarlar ve din karşıtları birbirine baskı yapmamalı. Birbirine müsamaha göstermeyi öğrenmelidirler. İşte gerçekte laikliğin felsefesinin başlangıç noktası da burasıdır.

Öyle anlaşılıyor ki bize öncelikle gerekli olan laikliğin kültür zeminini oluşturmaktır...

….

Not: Okuyucularımın, Bozkır ve Konya’da yaşayan hemşehrilerimin, tüm Müslümanların mübarek Kadir Geceleri’ni kutlarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.