Derviş Argun
Lübnan'da yedi gün
18 Aralık Salı günü İHH gönüllüsü olarak İstanbul Atatürk havalimanından uçağa binip Lübnan’a doğru uçarken, aslında Lübnan’a değil, Lübnan’ın içinde kamplara sıkıştırılmış 600 bin Filistinli mülteci ve işgalci İsrail’e karşı, ümmet adına savunma yapan güneyli direnişçi köylülere uçtuğumuzu bilmiyordum. Bu anlamda ben kendi dünyamda, bundan sonrası için iki Lübnan barındırıyorum. Bunlardan birisi, eskinin şuh geleneğini devam ettiren 10–15 bin dolar kişi başı milli hâsılaya sahip semirmiş insanların oluşturduğu Lübnan. Bir diğeri ise 50 yıldır bir metrelik dar sokaklardaki tek gözlü, üst üste yığılmış odalarda yaşayan yüz binlerce Filistinli mülteciler ile tüm dünyanın baskı ve dayatmasına rağmen işgalci İsrail’e karşı hattı müdafaa yapan soylu güneyli direnişçilerin yaşadığı Lübnan. Bu sebeple, beni ikinci Lübnan’la tanıştıran ve buluşturan İHH’ ya sonsuz teşekkürler.
Uçağımızın indiği Uluslararası Beyrut Refik Hariri Havaalanı, Lübnan’ın tek havaalanı. İHH Lübnan’ın tamamındaki, bölgesel ve ulusal düzeydeki tüm yardım kuruluşları tarafından oldukça iyi tanınıyor. Bizi Beyrut merkezli ama hem güneyde hem de kuzeyde şubeleri bulunan Filistin mülteci kamplarıyla ilgili oldukça güzel çalışmalar yapan partner kuruluşumuzun müdürü karşıladı. İki araba halinde şehrin içlerine doğru ilerlerken şaşkınlık içerisinde sağa sola bakıyor ve bizim kendileri için geldiğimiz yoksul insanlara ait iz ve işaretler arıyordum. Lübnan boyunca uzanan deniz ve ona paralel dağlar arasına yerleşmiş güzel Beyrut, onca yıl devam eden iç savaş ve İsrail saldırılarına rağmen cazibesini korumuş. Binalardaki yer yer kurşun izleri ve bomba tahribatlarına rağmen Beyrut oldukça güzel görünüyordu.
Lübnan’a saat 15,30 gibi inmiştik. Ve programımızın ilk günü yerleşme ve dinlenme olarak belirtilmişti. Ama hem oradaki kardeş kuruluşumuzun gayreti hem de birlikte olduğumuz arkadaşların bir an önce işe başlama azmi bize ilk günden iş başı yaptırdı. İlk günün akşamında Burj El Barajine kampı yetimleri için bayramlık alışverişine gittik. Yetimlerin, kendileri için alınan hediyelikleri ile sevindiklerini görmek gerçekten çok güzeldi. Alışveriş sonrası yetimlerle yarın kampta buluşmak üzere ayrıldık.
Ertesi gün sabahın hemen ilk saatlerinde otelimizden bayram namazı kılmak ve bayramlaşmak üzere Burj El Barajine kampına doğru yola çıktık. Kamp üst üste yığılmış binlerce odacıktan oluşuyordu. Bir metrelik dar sokaklar bu odacıkların güneş görmesine, bu odacıklarında üst üste yığılıp yükselmesi bu bir metrelik sokakların güneş almasına engel oluyordu. Yüzlerce kısa ve dar sokaklardan oluşmuş kampa girince bizi bu sokaklardan fışkıran tekbir, tehlil ve salâvatlar karşıladı. Bu sesler eşliğinde camiye ulaşıp namazımızı kıldık ve camideki Filistinli kardeşlerimizle kucaklaşıp hasret giderdik. Namazdan sonra bu kampla ilgilenen kardeş kuruluşumuzun kamp içerisinde yaptığı İHH nında maddi destek verdiği yetimhane inşaatına gittik. Camisi, dersliği ve oyun alanlarıyla birlikte inşallah bitirilebilirse çok önemli bir merkez olacak. Beyrut merkez kesimhanesinde kurban kesimlerimizi yapıp dağıtımlarımızı da gerçekleştirdikten sonra ikinci kesimimizi gerçekleştirmek üzere Sur ile Sayda arasındaki Sayda kesimhanesine ulaştık. Her iki et dağıtımında da bir şeyi çok net fark ettik ki, İHH neredeyse o bölgenin tamamında tanınıp seviliyor. Bu oldukça gurur verici bir durumdu. Sahil bölgesindeki Cel El Bahr yerleşiminde et dağıtımı yapıldıktan sonra yeniden Burj El Barajine kampına döndük ve yetimlere hediye ve et dağıtım törenine katıldık. Bayramın birinci gününün bu denli hareketli ve verimli geçmesi tüm ekibi mutlu etmiş ve günün sonunda hepimize “evet biz doğru yerde ve doğru insanlarla beraberiz” dedirtmişti.
Bayramın ikinci günü gece 03.30 da başka bir bölgeye kesim için hareket ettiğimizde, sabah 10’a kadar sürecek kesim ve dağıtımımızın bu kadar güzel geçeceğini bizde bilmiyorduk. Her nereye uğramışsak bizi yıllardır görmedikleri yakın akraba hasretiyle kucakladılar. Hem ilgili kurumlar hem de yöre halkının dağlık alan olmasına rağmen Türkiye ve İHH yı tanıyor olması bizi hem şaşırttı hem de çok mutlu etti. Aynı güne sığdırdığımız bir kardeş kuruluş ziyareti ve Bedavi kampı incelemesi günün sonuna doğru kuzeyde yaptığımız Trablusşam “Emir Seyfettin Camii” gezisi ile taçlanmış oldu.
Şehim bölgesinde yaptığımız kardeş kuruluş çalışmalarını inceleme ve yetim ailelerine nakit yardımı programı bize 3. gününde oldukça yoğun ve hareketli geçeceğini gösteriyordu. Üç günde neredeyse kuzeyden güneye tüm Lübnan’ı dolaşmış kurban kesim, et dağıtım ve yetimlerle hediyeleşme programları düzenlemiştik. Şehim bölgesinde Cuma namazı ve ardından bölgedeki partner kuruluş ziyaretleri ve yetimhane inşaatı incelemesinden sonra Beyrut’a doğru yola çıktık ve yolda, kendilerine “İstanbul Kültür Merkezi” isimli bir merkezin alınması ve açılmasında katkı sağladığımız bir diğer partnerimizle kültür merkezinde incelemeler yaptık. Fiziksel eksikleri neredeyse tamamlanmış Kültür Merkezinde yapılması düşünülen programları öğrenince, yapılan işin ne kadar anlamlı olduğu bir daha ortaya çıkmış oldu. Lübnan’da bulunan Türk birliğini ziyaretimiz ve hediyeleşmemiz oradaki askerler ve yetkililer tarafından oldukça güzel karşılandı.
Beyrut merkezinde hizmet gösteren bir başka kardeş kuruluşumuzun cami, külliye ve merkez binası ile yetimhane ziyareti yaparak başladığımız bayramın dördüncü gününde de üç gün boyunca yaşadığımız yoğunluğun bir benzerini yaşadık. Bu güne kadar görüştüğümüz tüm cemiyet ve vakıflar Filistinli mülteciler ve yetimler ya da Lübnanlı yetimlerle ilgili çalışmalar yapıyorlardı. Fakat bu gün iki ayrı ortak kuruluşumuzu daha ziyaret ettik. Bunların her ikisi de Filistin’in içine çalışan kuruluşlar. Gazze’de ya da Batı Şeria’da dullar, yetimler başta olmak üzere tüm Filistin halkı için iaşe ve hukuki yardım projeleri geliştiren kuruluşlar.
Programımızın 6. bayramın 5. günü 33 günlük temmuz harbinde işgalci İsrail’i püskürten güney ziyaretini gerçekleştirdik. Güneyin en ucuna, işgal edilmiş topraklardaki İsrail askeri yerleşkesini çıplak gözle görecek kadar uzanan gezimiz, bize kahraman güneyli direnişçiler ve onurlu köylülerle tanışma fırsatı da verdi. Güneyde hem Hizbullah hem de orada yaşayan Sünni köylüler İsrail’e karşı mücadelede el birlik etmişler. Bu dayanışmanın devam ettiğini duymak bizi ayrıca mutlu etti. Nebatiye’de İHH tarafından yapılan sağlık merkezini ziyaret edip yardım programımızı tamamladıktan sonra 17 Ağustos depremini andıran binlerce yıkılmış ev, yerle bir edilmiş camii, üst üste yığılmış binalar arasındaki incelememiz ve güneyin kahraman halkının gözlerinde parıldayan zafer gururu arasında güney turumuzu tamamladık.
İHH'nın savaş zamanında hem de savaşın tamda merkez üssünde, günlük 4.000 kişilik yemek çıkartan bir aşeviyle hizmet vermesi, gurur vericiydi. Kadirşinas güneyliler, gittiğimiz her yerde bu konuda bize teşekkür edip, kardeşliğimizin farkında olduklarını belirttiler.
Miya Miya kampıyla birlikte ziyaret ettiğimiz ve Lübnan’da en büyük Filistin mülteci kampı olan Aynel Helva kampı ziyaretimiz bize buranın aslında Lübnan değil ikinci bir Filistin olduğunu tekrar hatırlattı. Gettolara sıkıştırılmış, üst üste yaşayan Filistinliler. Aynel Helva kampında, tam 85 bin Filistinli mülteci oldukça zor şartlarda yaşam sürüyor. Bir kez daha anladık ki buradaki Filistinliler ümmet için çok önemli. Çünkü onlar sadece yaşam mücadelesi değil, Mescid-i Aksa ve Filistin’in işgalden arınıp özgürleşmesi mücadelesini de veriyorlar. Miya miya kampında kardeş kuruluşumuza ait anaokulu ziyareti ve Aynel Helva’da gerçekleştirdiğimiz yetimlerle buluşma ve hediye dağıtım törenimizden sonra Beyrut merkezinde faaliyet gösteren ve daha önce organize ettiğimiz yetimlerle hediyeleşme törenine geçtik. Yetimler ve onların onurlu anneleriyle yoğunluktan dolayı ancak gerçekleştirebildiğimiz bayramlaşma ve hediyeleşme töreni oldukça bereketli geçti. Günün sonunda ziyaret ettiğimiz Sabra ve Şatilla kampı, ekipteki duygusal yoğunluğun engellenemediği anlardı. 3.500 şehidin anısını orada tekrar hatırlamak ve İşgalci İsrail ile kasap Şaron’un gaddarlığına bir kez daha şahit olmak hakikaten ağır gelmişti.
7. günün sabahında Beyrut’tan ayrılırken bir yanımızın değil tüm bedenimizin orada kaldığını biliyorduk. Nasıl geçtiğini bilemediğimiz bu yedi günün sonunda düşmanların en şerlisinin hemen yanında ona karşı ümmet adına duruş sergileyen bu insanların yaralarının ancak bir kısmını sarabildiğimizi biliyorduk. Gözlerimizin içindeki bu mahcubiyeti saklamaya çalışırken oradaki kardeşlerimizin bize layık gördükleri abartılı teşekkürler bizi daha bir ezmişti. Gidiyorduk ama dönmek üzere. Geliyorduk ama gitmek üzere.
Bayramı bayram yapan unsurların neredeyse tamamını yaşadığımız bu coğrafyada geliştirilmeye çalışılan tüm tezgâhlara rağmen bir arada hem de omuz omuza yaşayan Filistinli mülteciler bize bir şeyi tekrar öğrettiler. “Onların bir oyunu varsa, Allah’ında bir oyunu var ve Allah’ın oyunu mutlak galip gelecek.”