Muhteşem Yüzyıl'da muhteşem hatalar
Osmanlı Devleti'nin en parlak dönemlerinden birinin işlendiği "Muhteşem Yüzyıl" adlı dizi film, tarihçiler tarafından eleştirilmeye devam ediyor.
Denizli Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal, dizideki temel bazı hataların, tarihî gerçeklere ters olduğunu söyledi.
Ünal Has odabaşının hareme girmesi ve kadınlarla karşılaşıp görüşebilmesinin büyük yanlışlıklardan biri olduğunu belirterek, “Dizide has odabaşı İbrahim Ağa, haremde adeta kızlar ağası rolünü oynamaktadır. Has oda enderundadır; asıl görevi padişahın şahsi hizmetlerini görmek, Hırka-i Saâdet dairesinin temizliğine ve çeşitli hizmetlerine bakmaktır. Padişahın saraydaki hayatı iki yerde geçer: Harem ve enderun. Enderundan, padişah dışında hiç kimsenin hareme geçmesi mümkün değildir.” dedi.
Başı açık olarak vezirlerin padişahın huzurunda toplandığını da vurgulayan Prof. Dr. Ünal, o devirde 12 yaşından itibaren erkek veya kadın herkesin kendine göre bir başlığı olduğunu, başlıksız bir insan düşünülemeyeceği gibi başı açık olarak padişahın huzuruna çıkmanın da hakaret sayılacağına dikkat çekti.
Hürrem Sultan’ın, padişaha “Sultan Sülümen” diye hitap etmesinin abesle iştigal olduğunu söyleyen Ünal, “Padişahın annesi bile oğluna, ancak 'Arslanım' diye hitap edebilir. Hiç kimse padişaha ismiyle hitap edemez. Fatih Sultan Mehmet’ten sonra hiçbir padişah, dîvan toplantısına katılmamıştır. Sadece kafes denen pencereden toplantıları takip ederlerdi. Padişahtan gayrı herkesin köle olduğu sarayda vezirlerin, İbrahim Ağa (Paşa) için devşirme diye eleştiri yapması tam bir saçmalık.” şeklinde konuştu.
Osmanlı devrinde uygulanan hukuk nizamı ve kölelik kurumu bilinmeden enderun ve haremin fonksiyonunun da pek anlaşılamayacağını kaydeden Mehmet Ali Ünal, şunları kaydetti: “Devşirilen çocukların iyi görünenleri, özel bir terbiye verilmek üzere padişaha ait Edirne, Galata, İshak Paşa ve İbrahim Paşa gibi saraylara gönderilirdi. Geri kalanları ise ileride yeniçeri olmak üzere Anadolu’daki Türk köylülerinin yanına ya da 'bostancı' adıyla İstanbul’daki sarayların bahçelerine verilirdi. Buralarda Türkçe’yi ve Türk âdetlerini öğrenirler, İslâmiyet'i kabul ederlerdi. Saraylarda sıkı bir eğitim gören köleler, ikinci bir elemeye tâbi tutulur ve en seçkinleri Yeni Saray denilen Topkapı Sarayı’na alınırlardı. Burada 'küçük oda' ve 'büyük oda' adı verilen saray kolejinde Türkçe, Arapça, Farsça, edebiyat, tarih, matematik, güzel sanatlar ve musiki dersleri görürlerdi. Ayrıca her birine bir el sanatı öğretilirdi. Bunun yanında ok atmak, kılıç kullanmak, cirit oynamak, ata binmek, güreşmek gibi beden ve savaş sporları da öğrenirlerdi. Herkese kabiliyetine göre bir program uygulanırdı. Her odanın da bir kütüphanesi vardı.”
Osmanlı Devleti yüzyıllarca dünyanın süper gücü olması sebebiyle batılıların, Türkler’in her şeyiyle ilgilendikleri gibi haremi de çok merak ettiğini kaydeden Prof. Dr. Ünal, “Ancak haremle ilgili hiçbir bilgi edinememişlerdir. Kendi kamuoylarındaki merakı tatmin için de aslı esası olmayan, uydurma bilgilerle eserler kaleme almışlar, romanlar yazmışlardır. Amerikalı araştırmacı Leslie P. Peirce tarafından yazılan 'Harem-i Hümayun' adlı eserde, Osmanlı hareminin cinselliğin sergilendiği yer olmaktan ziyade, bir manastıra benzediği belirtilerek, 'Harem ve sultanın cinsel yaşamına ilişkin tasvirler, Osmanlılar hakkındaki kitapların satışına açıkça yardımcı olduğundan' dolayı bu konunun ele alındığı kaydedilmektedir. Yazara göre Osmanlı hanedanının bir üreme politikası vardır. Padişahlar, tahta erkek varis bırakabilmek için birden fazla erkek çocuk yapmaya çalışmaktadır.” dedi.