Mustafa Yiğit
Müsterih ve mesut musunuz?
İnsanların ekseriyeti ıstırapla inliyor.
Arz küresini geniş bir yara kaplamıştır.
Herkesin ruhunu derin bir hoşnutsuzluk, bir hüzün ve fütur dolduruyor.
Kadın bir lokma için nefsini satıyor, erkek akşam evine dönerken ailesine getireceği bir ekmek için bütün gün didiniyor.
Max Nordaeu’nun dediği gibi, diyar be diyar dolaşınız, her hanenin kapısını vurunuz. “Müsterih ve mesut musunuz?” diye sorunuz.
Alacağınız cevap şudur: “Bahsettiğiniz şey burada yok”
Nusret Kaygusuz yaklaşık yüz yıl önce sarf etmiş bu cümleleri, “Demokrasi” adlı yazısında.
Evet yaklaşık yüzyıl önce…
Yüz yılda ne çok şey gördü değil mi, yaşlı dünyamız..
İki dünya savaşına tanıklık etti.
İnsan oğlu aya çıktı..
İki süper gücün soğuk savaşını iliklerine kadar yaşadı.
Berlin Duvarının yıkılmasıyla ısınır gibi oldu…
Bu ısınmanın ardında bir de baktı ki, Batı’nın savaş çığlıkları var..
Dünyanın gözü önünde daha dün; Irak, Bosna trajedileri yaşandı..
Yüz yılda biz Türkler de çok şey gördük, yaşadık…
Türklerin kurduğu en görkemli imparatorluğun çöküşünü gördük hazin bir şekilde…
İstiklal savaşını yaşadık…
Cumhuriyeti kurduk..
On yılda onbeş milyon genç yaratacaktık her yaşta..
İmtiyazsız, sınıfsız bir toplum yaratacaktık…
Olmadı…
Geçmişle savaşımız, geleceğimizin üzerine karabulut gibi serildi..
Tek partili dönemden, çok partili hayata geçişi gördük…
Biraz serpilir gibi olduk..
Ama yine askıya alındı geleceğimiz, sehpalar kuruldu..
İnanılmayacak gibi ama, üç bakan bir başbakanını astı bu ülke…
27 Mayıs yaşandı…
Sonra hep başbakan, barajlar kralı Süleyman…
Olmadı üzerine bir muhtıra, bir darbe daha.
Yine sehpalar kuruldu…
Bu sefer “üç sizden üç bizden diyerek” gencecik çocuklar asıldı sağdan soldan…
Kuyruklar sona erdi, yasaklar devam etti…
Sonra Özallı yıllar..
Konuşan Türkiye…
Herkes her şeyi konuştu..
Bu arada sarışın bir bayan başbakan, arzı endam etti gaflarıyla ve güzel gülüşüyle…
Ve kadayıfın altı yanmadan, ardından Erbakan…
Adil düzen…
Sonra postmodern bir darbe daha..
Kara oğlan başbakanlığında koalisyon…
Ardından Anayasayı başbakana fırlatan eski anayasa hakimi bir cumhurbaşkanı..
Bu sırada Devletin başına tam da Devlet gelecek denirken,
Ondan sonrasını hiç sormayın..
Bu ülkenin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiş
Çünkü gelen, IMF’nin sopası Kemal Derviş..
Tabii ki, yine de durmak yok yola devam..
Tayyip Erdoğan…
Sene 2008…
Evet, yaklaşık bu yüzyıllık süreçte pek çok şey değişti…
Pek çok şey yaşandı..
Ancak değişmeyen şey; Max Nordaeu’nun “Müsterih ve mesut musunuz?” sorusuna verilen cevaptı:
“Bahsettiğiniz şey burada yok”
Mutsuzluğumuz her geçen gün artıyor.
Dünyamız her geçen gün daha çok kararıyor..
Hiç birimiz müsterih değiliz…
Gelecek kaygısı olan, işsiz güçsüz milyonlarca genç, geceli gündüzlü ülkemin kaldırımlarını arşınlıyor..
Sosyal ve kültürel yıkım her geçen gün artıyor…
Kimse kimseye güvenmiyor…
Kimse kimsenin hatırını, derdini sormuyor…
Ve yüzyıl önceki gibi…
Dayanacak gücü olmayan kadınlar teslim oluyor, nefsini satıyor…
Eve ekmek getirmek için didinen adamlar çaresizlik ve bezginlik içinde kıvranıyor…
Bu arada bizi yönetenler, bu ülkenin rantını yiyenler ne mi yapıyor?
Onlar kayıkçı kavgası yapıyorlar…
Yanlış oldu onlar amiral gemisi ve gemicik oyununu oynuyorlar…
Gemcikler gemileri yutmaya kalkıyor..
Deniz fenerlerine güvenerek..
Amiral Gemisi gemciğe haddini bildirmeye kararlı..
Başta gemicikten transfer ettiği eski iskele sancak olmak üzere, pek çok levendini gemiciğin kaptanına saldırtıyor…
Gemiciğin gardı da iyi sayılır…
Doğan medyanın batması için Yeni Şafak’ta Bugün Sabah, Amiral Gemisini her Taraf’tan bombalıyor…
Zaman’la da gardını entelektüel biçime dönüştürmüş durumda..
Velhasıl…
İşin özü…
Kimsenin halkı düşündüğü yok şu sıralar…
Bir taraf gazete boykotuna çağırıyor, halkın o gazeteleri alacak gücünün bile kalmadığını fark etmeden…
Diğer taraf, belki bu atakla yeni bir ihale alırım hevesiyle, bir nebze olsun var olan yardımlaşma duygularımızı bir daha ortaya çıkarmamak üzere baltalıyor..
Şimdi soruyorum, müsterih ve mesut musunuz?