Mustafa Yiğit
Ne günlere kaldık…
Garip bir dünyada yaşıyoruz.
Dün söylenenlerle bugün söylenenler arasında yüz seksen derece fark olsa bile insanlar hiç aldırış etmiyorlar.
Dün “ak” denilen bir mevzuda bugün “kara” denilmeye başlanıyor ve kimse sorgulamıyor “kardeşim dün böyleydi, bugün niye böyle.”
Buna daha çok da iktidar mahfilinde rastlıyorsunuz.
Daha önce İslamcı olarak bildiğimiz yazarçizer arkadaşlarımızda bunu daha çok görmeye başladık.
Söyledikleri her şeyin tasdik edilmesi gerektiğini düşünüyorlar.
“Halk böyle istiyor, bu nedenle her şeyi yapmaya muktedirim” diyen siyasetçi gibi iktidar aydını olmalarından hesapla kendilerine yapılan eleştirileri halka yapılmış sayıp sizi halk düşmanı ilan ediyorlar.
Aydın olmak, münevver olmak bu mudur?
Elitlerin sözcülüğünü yapan aydınlardan bugüne kadar gına gelmişti, Aydın Doğan medyası gibi bir takım medyanın oluşturduğu iktidar halesinde de aynı şeyleri yaşıyorduk.
Bugün kendini muhafazakâr diyen iktidarın aydınlarında da aynı şeyle karşılaşmamız bizi derinden yaralamaktadır.
İktidarın aydını olmak sanırım böyle bir şey olsa gerek.
Mesela dış politika meselesini konuşalım diyoruz arkadaşlarla.
Hemen hepsi hep bir ağızdan “Suriye’ye girelim” diyorlar.
Bunu yalnızca söylemekle kalmıyorlar, köşelerinde de yazıyorlar.
Biz de duyduklarımıza, okuduklarımıza inanamıyoruz.
Ne günlere kaldık değil mi?
İlk önce anlayamıyorsunuz, başka insanlarla mı konuşuyorum diye afallıyorsunuz. Bundan birkaç yıl önce Doğu Konferansı serisiyle yola çıkan, Büyük İslam coğrafyası rüyasını gerçekleştirme iddiasında olan bu arkadaşlardan bir kısmı şimdi “Suriye’ye girelim” diyorlar…
Bunun hiçbir dini, ideolojik, akli gerekçesi yok.
En azından ben öyle düşünüyorum.
Olan şu…
Sadece siyasi iktidarın Suriye politikası değişti bizim İslamcı aydınlarımızın da “Büyük Dava”ları değişti.
Çok dramatik bir durum ama yaşanan şey en azından buradan böyle görünüyor.
Çünkü siyasi iktidarın yaptığı her şeyi mazur gören bir anlayışın bu arkadaşlarda da hâkim olmaya başladığını pek çok konudaki beyanlarında görebiliyoruz.
Çok acımasız bir şey ama İtikadi sorgulamaları bile siyasi iktidar odaklı yapar bir şekilde buldum bu arkadaşları.
İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar, diyenleri haklı çıkarır bir görüntüydü bu maalesef.
Bizden olanlar ve bizden olmayanlar çizgisinin acımasızlığını ve körlüğünü orada bir kez daha gördüm. Mecliste yaşanan en son olay hakkındaki yorum bunun zirvesiydi.
Meclisin gediklilerinden Kamer Genç’i tanırsınız. Sevelim sevmeyelim ama sendikacı Salim Uslu TBMM Genel kurul kürsüsünde konuşurken bu 70’ine merdiven dayamış adamı itekliyor.
O görüntüyü hatırlıyorsunuz sanırım.
O görüntü normalde her konuda nezaketle yaklaşan insan haklarından bahseden bir adam için “kötü” bir görüntüdür.
Geleneği, büyüğe saygı, küçüğe sevgiyi herkese tavsiye eden, bir İslamcı aydın içinse daha da hassas bir konu olmalıdır, çünkü kim ne derse desin kürsüde 70 yaşında bir adam konuşmaktadır.
O adamın kim olduğu da o kadar önemli değildir sanırım.
“Hepimiz Ermeniyiz”diyenlere hoşgörüyle bakan, hatta hep birlikte özür dileme girişimlerinde bulunan bu arkadaşların o görüntüyü “O darbı hak etti, adamın işi gücü ortalığı karıştırmak” şeklinde yorumlaması filmin koptuğu noktaydı.
Bir şeye bağlı olabilirsiniz, o şeyden belki biraz olsun fayda da temin ediyor olabilirsiniz, ancak O şeye dokunan, Onu eleştiren, Onun yanlış yolda olduğunu söyleyen herkesi “karşı” tarafa koymak ve onu sırf karşıda olduğu için yargılamak gerçekten sorunlu bir davranıştır. Olaylara, yanımda ya da karşımda bakış açısından ziyade, Hakkın yanında ya da Hakkın karşısında diye bakmak en doğrusu değil mi?
Dostlara tavsiyem, iktidarlar, masalar, makamlar geçicidir, dünyanın geçici olduğunu ise benden daha iyi sizler bilirsiniz diye düşünüyorum.
Sizlerden beklediğimiz, daha önce tanıdığımız gibi, daha önceden olduğu gibi halkın ve tabii ki Hakkın yanında olmanızdır.