Ümit Savaş Taşkesen
Neden aday değilim!
Arkadaşlar soruyor, bu dönemde senin aday olmanı bekliyorduk. Neden adaylık başvurusunda bulunmadın? Londra’yı bırakıp gelmek işine gelmedi mi? Sen ki onca donanımının üstüne Ahmet Davutoğlu ile de tanışmışlığın var. Avrupa görmüşlüğün de var. Geriye ne kaldı? Gülümsedim ve ne haddimize öyle aday adayı olmak efendim dedim!
Sonra aday adayı olanlara baktım, epey tanıdık sima var. Başta Ahmet Şükrü Kılıç olmak üzere Latif Selvi, Şaban Topal, Cemile Biçer ve diğer adaylar. Ben de aday adayı olmayarak onların şansını azaltmayarak dolaylı bir destek sağlamak istedim sadece! İsmi, yazıyı yazmaya başladığımda aklıma gelmeyen tanıdıklar varsa kusura bakmasın, hepsini yazamıyorum. Epey uzun bir liste var. Çok yakından tanıdıklarım olduğu gibi kamuoyundan, yaptıkları ya da yapmadıkları iyi ya da kötü şeylerden dolayı tanıdıklarım var sizin gibi.
Kendime şöyle bir soru sordum: insan niçin milletvekili olmak ister? Teklif mi alır kendisi mi karar verir emin değilim. Ben sadece kendimi yokluyorum. Vekil olma fikri benim aklımın ucundan geçti mi diye soruyorum kendime. Evet, itiraf ediyorum, zaman zaman düşündüm! Suçluyum. Şimdi bu düşüncenin kökenine inip bir analiz yapıyorum. Kendimde ne gibi bir yeterlilik, hedef, ilke görüyor, istiyorum da böyle bir düşünce zihnimin bir kenarından geçiyor diye düşünüyorum. Benim cevaplarım bana kalsın şimdilik. Biz genele bakalım.
İnsanı cesaretlendiren, göreve talip olmaya iten birçok sebep vardır. Bir kısmı yapabileceklerinin hepsini yapmıştır, imkânın sınırlarını tüketmiştir ve daha ötede bir imkâna ulaşmak için bu göreve talip olmuştur. Yani mevcut imkânlarının ötesinde hayalleri olduğu için bu işi yapmaya niyetlenir. Kimis de Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ’deki yoğun çalışma temposundan dolayı sanırım, farkında olmadan ifade ettiği gibi “rahat bir emeklilik”, ömür boyu sürecek prestij için vekil olmak ister. İnsanın nefsine de hoş geliyor hani.
Bir kısmı ise “benim ne eksiğim var” duygusundan kaynaklanıyor olabilir. Şöyle ki, insan politika ile uğraşıyor ise, çok eski ya da yeni şu ya da bu partiden hiç farketmez, vekil ya da başkanları daha yakından tanıma imkânı bulur. Sonra onları kendisiyle kıyaslar ve kendine şöyle der sanırım; “yahu ben bu adamdan daha iyi yaparım bu işi. Benim ne eksiğim var!” Çünkü gerçek hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Yakından bakınca çoğu kişi çok normal ve düzdür. Algılarımız bizi yanıltır! Bunu farkettiğinde insan kendisinin bu işi onlardan daha iyi yapabileceğine inanır, muhtemelen yapabilir de. Bu yüzden de aday olur insan.
Bu tanıma süreci tanıdığınız kişiye göre bazen tersine işler. Ahmet Davutoğlu gibi bir isimle tanışma fırsatınız olmuş ise vekil olma çıtasının ne kadar yüksek olduğunu düşünüp o an aklınızdan bile geçirmeyebilirsiniz benim gibi!
En son aşamada kararınız geçmişten bugüne bu göreve talip olanların yaptıkları ya da yapmadıklarıyla netlik kazanır. Ama bu önce bir cesaret, ikincisi kendini hazırlama sonrasında da maddi bir imkân işidir. Ama siyaset sadece paralılara ya da daha çok para kazanmak isteyenlere bırakılamayacak kadar da önemli bir iştir kanaatimce. İdeal ve ahlak paradan daha çok önemsenmesi gereken şeylerdir kanaatimce. Bundan dolayı dünya, Türkiye, zaman, dünyayı algılama yorumlama biçimlerimiz, ahlakımız düşüncelerimiz, değişirken siyaset ve siyasetçi algısının, niteliklerinin de değişmesi gerekiyor doğal olarak.
Hangi parti olursa olsun, bu değişimin aday listelerine yansıyıp yansımayacağını hep birlikte göreceğiz. Tercihlerimizi ona göre yapacağız. Mutlaka sizin de artık ismini duymaktan, yüzünü görmekten bıktığınız, artık kenara çekilmeli dediğiniz isimler vardır. Onların yerini almaya aday olanlara baktığımızda bu değişimi sırtlayacak, yürütecek nitelikte aday adayları da var gibi görünüyor. Tam bu noktada nasıl bir aday sorusu önem kazanıyor.
Bunu düşünürken Merkez Bankası Başkanı Sayın Durmuş Yılmaz ile Londra’da yaptığımız sohbet geliyor aklıma. Londra’da öğrenciyken girdiği bir sınavı anlatmıştı. Üniversiteye başvuruyor, mülakat sınavına giriyor. Çok başarılı bir öğrenci. Notlar yüksek. Her şey var. Jüri de özgeçmişe bakıyor. İmtihan etmemize gerek yok diyorlar. Bir sürü ders, bilgi. Hepsi de en üst derecede. Alınan derslere bakıyor, müzik var, hangi enstrüman çalarsınız diyorlar, sessizlik. Beden eğitimi, hangi spor dalında uzmanlaştınız, sessizlik. Resim, vs. Böyle devam ediyor.
Neyi bilirsin diyorlar. Her şeyi bilirim diyor ve biliyor da. Çok zeki, çalışkan bir öğrenci. Avrupa tarihini sorun diyor sanırım. Anlatıyor, yüzyıl savaşlarını, otuz yıl savaşlarını, mektuplaşmaları, krallar, olayları, savaşın hangi anlaşma ile sona erdiğini, her şeyi en ince ayrıntısına kadar aktarıyor. Sonuç olarak diyorlar, yani sonuç. Sonuç bu diyor o an sanırım. Karar şöyle çıkıyor jüriden. “Bilgi çok, terkip yok, tahlil yok.” “Sonradan öğrendim ki” diyor Yılmaz, “o anlaşma bugünkü Avrupa Birliği projesinin temel taşını oluşturmuş.” O görüşmeyi ayrıca yazmak lazım kanaatimce. Neyse konumuza dönelim.
Bunu niye anlattım, özgeçmiş hikayesine rastlayıp şu ya da bu şekilde okuduğum kimi kişilere baktığımda vayy, diyorum, mükemmel! Sonra bu aday adaylarının “organizasyon, tahlil, terkip ve muhakeme, iletişim becerileri ne düzeyde acaba?” diye sormadan edemiyorum kendime. Aklıma Durmuş Yılmaz’ın söyledikleri geliyor.
Diliyorum ki her partide paranın ya da başka menfaatlerin, referansların, şahsi servetlerin ötesinde bir duruş sergileyecek, siyaset ahlakını önceleyen, kişinin her bilgiye sahip olması beklenemese de bilgi sahibi olan kişilere ulaşabilme, danışabilme becerisine sahip, önüne gelen konuları tahlil ve terkip etme, süreci takip etme ve sonuç alma becerisi yüksek, iletişim kurulabilir ve ulaşılabilir adaylar listelerde yer alır. Böylece iyi ile kötü adaylar arasında bir tercih değil de iyi ile daha iyi arasında tercih yapmanın keyfine varırız. Herkes kazanır.
Ha, bana mı seslendiniz, yok canım, vakit henüz erken!