yazar-64
Oyunun Eşrefi: 'Eşrefpaşalılar'
Hayatın elli bin türlü gailesi arasında insan bazı alışkanlıklarından daha doğrusu alışmaya çalıştıklarından vazgeçmek zorunda kalıyor. Mesela hayatınızın gidişinde bir Pazar günü sektesi diğer Pazar günlerine de sirayet etmiyor değil. Hatta bir hafta hem haberdar olmanın sevinci hem de gündemi takip edebilmenin verdiği ayrıcalık duygusuyla bir sinemaya gidiyorsunuz çıkarken bunu başarmanın gururu ile bir de dönüp entelektüel bir tavırla yanınızdakine “haftaya ne var diye…” soruyorsunuz afişe bakmadan, etrafa her hafta gelirmiş havası vermek için ya da daha iyi bir niyetle: bunu sürekli kılma duygusunu kendi zihninize kodlamaya çalışmak için… Gel gör ki hadiseler öyle gitmiyor… Allah saklasın bir hastalık haberi, ruhsal bir sıkıntı, sarsıntı, arkadaşınızla, ailenizle, sevgilinizle, patronunuzla, hocanızla veya bir alışveriş makamında karşınızdaki satıcıyla bir sürtüşme bir tartışma sizi zincirleme halinde pek çok şeyden alı koyabiliyor. Hele o “demokrasi kesintileri”ni andıran ÖSS’sinden KPSS’sine, vizesine, finaline varana kadar sosyal hayatı kesintiye uğratan sınav süreçleri yok mu? İşte buna benzer süreçlerin sebep olduğu kısmi felçten kurtulan ruhumuzu ve zihnimizi yanımıza alarak bir dostun ısmarladığı biletle koyulduk Eşrefpaşa yollarına... Evet Konya’da çok İzmir’li ya da en azından İzmir’le alakası olan var. Onların memleket özlemi kokan tahminleri doğru… İzmir’in Eşrefpaşa’sından bahsediyorum. Yalnız biz “uzağa atılan hayal”in “yakına düşeni” ne sahnedeki Eşrefpaşay’a gelmeyle müşerref olduk; alkışlarımızla teşrif ettik, her sanatçı gibi onlar da şeref buldular bu hüsn-ü teveccühle…
Uzun zamandır popülizmin, modernizmin, postmodernizmin ve ilaahir bütün izmlerin hem sanal hem sanatsal koldan taarruzuna maruz bir vaziyette marazî vakitleri çekerken ciğerlerimize, bize ait esen bir meltemle ferahladık bize ait meselelerle, bize ait gülünçlükte bize ait edepte ve bize ait dramda… Şimdi zihni gibi ruhu da kamplaşmış birkaç zihin hemen sorabilir siz kimsiniz diye? Türkiye’yiz desek pek mi romantik kaçar? Ne yapalım duygularımızı objektif rakamlarla izaha kalkacak kadar maddeleşemediysek Marks’la Darvin amcalar utansın. Neyse efendim sadede gelelim: “bize ait” dedik zira bu oyunda ne Amerikan dizilerinden devşirme senaryo ne de son Amerikan filminden “uyarlama” roller vardı. Bu oyunda yaşadığı üç asırlık bunalımla bir Türkiye vardı. Seleflerinin izini kaybedenlerin öyküsüydü bu. Her rüzgârda savrulan yaprak misali olmanın verdiği utancın hikâyesiydi… “Aşk-ı mecazide” saplanıp kalan mecnunların hikâyesiydi. Üstelik dünya denilen şu “tiyatro sahnesinde”(*) bir defa vuku bulan bir hadiseydi. Kesatanepazarı’ndan üfürülen sûr-eda bir seslenişin uyandırdığı ilk yüreklerin silkelenişiydi bu…
Evet “Anakara Sanat Evi”nin sahneye taşıdığı gerçek hayattan sahneye taşınan bir oyundan “Eşrefpaşalılar” dan bahsediyorum:
1960'lı yıllarda 'Kestanepazarı'nda başlayan hikaye, 'Eşrefpaşalılar' ile farklı bir kurgu ve hayal ürünü karakterlerle sunuluyor: Allahkerim Necmi, Falçata Nusret, Sicilyalı Memduh, Duygu, Madam, Küflü Kamuran, Berber Muhterem ve Şekerci Bilge. Karakterlerin isimleri hayal ürünü ama anlatılanlar gerçekten izler taşıyor. Aslında aynı mahallenin çocukları olan hüzün ve mizah, hem kabadayıların hayatında hem de Eşrefpaşa'da hüküm sürüyor; izleyiciyi içine alıyor.
Kısacası Ankara Sanat Evi Genel Müdürü M. Yusuf Kulaksız’ın tabiriyle: “Eşrefpaşalılar kutlu bir çağrının tenha muhitlerdeki yankılarıdır."
(*) Sheakspeare