Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Özde ve sözde barış
İslam, barış, teslimiyet, huzur ve kardeşlik gibi anlamlara gelir. Barışı sadece dile indirgeyenler, gerçek anlamda ne kendisiyle, ne Allah’la ve ne de çevresindeki varlıklarla barışık olabilirler. İslam’da arzu edilen barış, öz, söz ve davranışların ortaklaşa bütünlüğüyle gerçekleşir. Güven, kurtuluş ve barış gibi huzur ve mutluluğu ifade eden İslam; dilden kalbe, kalpten de organlara yansıtılmadıkça çok fazla bir anlam ifade etmez. Bu sebeple, İslam’la aynı kökten gelen selam sözcüğü, kavganın değil, barışın dilidir. Allah’ın en güzel isimlerinden birisi olan es-Selâm; kendisi her türlü eksiklik ve kusurdan, yaratılmışlara ait değişikliklerden ve yok oluştan münezzeh olduğu gibi, başkalarına da esenlik ve güven veren, demektir. [1] Bu bağlamda Yüce Allah; Selam'dır. (Haşr 59/23).
Barış anlamına gelen selâm sözcüğü, sadece İslâm’da değil, değişik din ve kültürlerde de vardır. Meselâ, Brahman Hindular, “barış, barış” anlamına gelen, “şhanti, şhanti”; Musevîler; “shalom shalom”; Keldânîler “şlama”; Süryanîler ise, “şlomo” şeklinde selamı; Müslümanlar da “selamette olma, kurtulma, rahatlama, güven, barış ve huzur içinde olma” anlamına gelen “selâm”ı telaffuz ederler.
Bir Müslüman’ın hayatında önce barış, aile içi iletişim alanlarında kurulmalıdır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin.”[2] Aile bireyleri arasında gönül dilinden dökülecek olan bu selam, ne zaman davranış kalıplarına yansıtılırsa, işte o zaman bir Müslüman’ın evi, “huzur yuvası” haline dönüşecektir. Böyle bir evde; kavga yerine sevgi, aldatma yerine sadakat, zulüm yerine merhamet olacaktır.
İslam, barış anlamında bir iletişim dilidir. Bu dil Müslümanlar arasında mutlaka sağlıklı bir şekilde kurulmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de çok açık bir şekilde mü’minler barış dili geliştirmeye davet edilmektedirler: “Size Müslüman (es-selâm) olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek: "Sen mü'min değilsin" demeyin.”[3] Bu ilahi çağrıda geçen “selâm” tabiri, dışlamacılığı değil, kapsayıcı ve kuşatıcı bir dindarlık dili geliştirmemizi ilham etmektedir. Çünkü dışlamacılık anlamına gelen ona buna kâfir niteliğini kullanmak, mü’minler arasında barışı bozar. İnsanların inançlarını sorgulayacak olan makam farklıdır. Biz yargıç değil, davetçiyiz. Zahire göre hüküm veririz. Bundan dolayı Hz. Muhammed (a.s), mü’minler arasında meydana gelen küskünlükleri ve dargınlıkları gidermede çözüm olarak selamı adres göstermiştir: “İnsanların Allah katında en değerlisi ve O’na en yakın olanı, önce selamı verendir.”[4] Çünkü selam, Müslümanlar arasında sevgi ve kardeşliğin geliştirilmesinin yegâne anahtarıdır. Etnik ve mezhebe dayalı çatışmaların önüne ancak barışa hayat vermekle geçilebilir.
|
Bu sebeple bütün Müslümanlar Allah’ın barış çağrısına yürekten kulak vermelidirler: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.”[5] Kim Müslümanlar arasında barışı bozuyorsa, o şeytandır ya da İblisin yolunca gidendir. Şeytan ise, Allah’a isyanın bir sembolü ve kötülük odağıdır. Onun bütün amacı, müminleri, bir barış yurdu olan cennete gitmekten alıkoymaktır. Ama unutulmamalıdır ki, insan şeytanı kendi özgür iradesiyle yetkili kılmadıkça, onun, insan üzerinde hiçbir yıkıcı gücü olamaz. Şeytanı asıl güçlü kılan insandaki irade zayıflığı, ahlaki cesaretin olmayışı ve takvanın bulunmayışıdır. Allah’ın ihlâslı kulları üzerinde onun hiçbir hâkimiyeti olmayacaktır.[6]
İnsanlık tarihi boyunca, yeryüzünde barış yolunda sürdürülen mücadeleler hiç de kolay olmamıştır. Birey ve toplumları barışa çağıran ve içtenlikle barışın gönüllü elçiliğini yapan bütün peygamberlerin ortak çabası, insanlığı barışa ve huzura kavuşturmaktır. Dolayısıyla bir Müslüman’ın varlık sebebi de bu dünyayı bir barış yurduna çevirebilmektir. Öte dünyada selam yurduna kavuşacak olanlar, ancak bu dünyayı bir barış ve esenlik yurduna dönüştürmek adına çaba sarf edenlerdir. Birey ve toplumların hayatında barışın kaynağının es-Selâm olan Allah olduğu bilinmeden ve O’na teslim olmadan yeryüzünde gerçek anlamda barışın mümkün olamayacağı unutulmamalıdır.
|
[1] Tirmizî “Da’avât”82.
[2] 24/Nur 61.
[3] 4/Nisa 94.
[4] Ebû Dâvud “Edeb” 33; Tirmizî “İsti’zân” 6.
[5] 2/Bakara 208.
[6] Bkz. 17/İsrâ 63.