M. Faik Özdengül
Özgür bırak beni!
Geçip giden yılların ne zaman farkına varır insan?
Hangi yaşlarda? Hangi durakta?
Bindiği bir otobüsle başlayan yolun başlangıcında geriye sadece kimi bıraktığını görmek için döner ya da kimi özleyeceğini yeniden görmek için. Hissettikleri daha çok heyecandır. Keyifli bir duygudur yeni başlangıç.
Geriye dönecek mi yeniden?
Kim garanti edebilir bunu?
Dönse de bıraktığını yerinde bulabileceğini? Bulsa da bıraktığı gibi olup olmayacağını? Bu sorular nasıl yolculuk ettirir insana? Kim baş edebilir bununla. Yalnızlığına dayanıp kim kolayca devam edebilir yoluna? Depoladığı enerjisi nereye kadar götürür.
Geride, bıraktığı yerde, yola başladığı kaynakta birisi sağlamca dursa. Her ihtiyacı olduğunda geri dönse, beslense ondan, sonra yine devam etse. Döndüğünde iyi karşılansa. Gittiği için azarlanmasa. Surat asılmasa. Cesaretlendirilse.
Kim yapar bunu? Kim rahatça özgürce gitmenize izin verir? Cesaretlendirir. Kendi yolunu çiz der. Ben hep buradayım der. Suçluluk duyma der. Ne zaman ihtiyaç duyarsan kapım açık der. Kapıyı size aralık bırakır. Kim yapar bunu?
Bunu sizi koşulsuz seven birisi yapar. Ancak hiçbir şarta bağlı olmayan sevgi sizi özgür yapar. Kendiniz yapar. Cesaretlendirir. Kendi yolculuğunuzda güçlü yapar. Bunu tatmış olan şanslılara kim özenmez. Yüzleri hep gülümseyen, risk almaktan, yalnızlığından korkup endişelenmeyen. Sevilme endişesi taşımayan. Kendi değerine inanan. Var olma çabasından çok var ettiği kendini daha da olgunlaştırıp giderek daha da yumuşayan.
Etrafınızdaki bu tür insanlar işte bu şanslılar.
Mahler’in yaklaşık 20 yıllık araştırması bütün bunlarla ilgili daha net konuşmamızı sağladı. Yeni doğan çocuklarla ve onların anneleriyle ilişkilerini nerdeyse günlük inceleyip gözlemledi. Böylece ardından gelen diğer kuramcılara yol açtı. Onlar da nesne ilişkileri kuramlarını geliştirdiler. Kernberg ve Masterson bunlardan. Onlar da bu çalışmalardan yola çıkarak üç tür kişilikten söz ettiler. Psikotik, Borderline ve Nevrotik. Geçen yazımda borderline kişilikten ana hatlarıyla söz etmiştim ve ülkemizde gelecek yıllarda sayılarının artacağından söz etmiştim. İşte bu borderline yapıların ana nedeni başta söz ettiğim koşullu sevgi. Araştırmacılar çocuğun ilk ayının otistik dönem olduğunu ardından gelen 2 ayınsa sembiotik yani anne ile çocuğun ayrışmadığı, çocuğun anne ve beni ayıramadığı zaman dilimi olarak tanımladılar. Sonra ayrışmanın yavaş yavaş başladığını ve nihayet 15-22 aylarda dananın kuyruğunun koptuğunu ve başlıca kişilik şekillenmelerinin bu dönemde olduğunu söylediler. Eğer bu dönemden önce anne kaybı ya da patolojik başka faktörler söz konusuysa psikotik kişilik gelişiyordu. 15-22 aylardan sonraki patolojilerden dolayı ise borderline ve akabinde narsisistik yapı oluşma riski söz konusuydu. Çocuk 15. aydan sonra kendi yoluna doğru özgürleşmek ayrışmak istiyor. Ve yolculuğuna başlıyor. İşte burada anneye düşen onu cesaretlendirmek ve özgür bırakmak. Zira çocuk belli bir süre sonra yeniden geri dönüp geride bıraktığı yerinde mi? Bıraktığı gibi mi? Doğru mu yaptı? Merak ediyor. Eğer anne sağlam ve tutarlıysa yeniden deniyor. Sonra yeniden. Ve özgürleşiyor. Değerli olduğuna inanıyor. Ne olursa olsun sevildiğine. Yok eğer anne tutarsızsa, azarlarsa, bırakamazsın, senin için neler yaptım senin yaptığına bak mesajı verirse. Çocuk ayrışamıyor. Ya yapışıp kalıyor. Ya da suçluluk hisleriyle öfke biriktirmeye başlıyor. Evet bu dönemde oluyor bunlar. Anne borderline yapıya sahipse ki bizim toplumumuzda çok fazla, hiçbir zaman çocuğu özgür bırakamayacak zaten. Çocuk bunu bu dönemde annenin yüzüne bakarak anlıyor. Asılmışsa surat eyvah!
Neden çocukların bize emanet edildiği, onların sahibi olmadığımız hatırlatılıyor dersiniz? Genellikle anne ya da baba var olmak için çocuğa ihtiyaç duyduğundan ayrıştırmıyor özgürleştirmiyor onları. Oysa hep söyleriz iyi anne babalık çocuğun rahatça ayrılıp gidebileceği ortamı sağlamaktır diye.
İşte etrafınızdaki borderline yapılar. Bir türlü bağlanamayan, bağlandığı zaman kopamayan, sürekli arada suçluluk duygularıyla baş etmeye çalışan öfke deposu insanlar. Sert, güvensiz, dengesiz, tutarsız, sevmeyi değer vermeyi bilmeyen, kendine yetmeyen hep başkalarına bağımlı, onaylanma ihtiyacı içinde, dış odaklı başkaları ne diyecek diye diğerlerinin gözünün içine bakıp duran kalabalıklar. Çocuk eğer birazcık şanslıysa yani baba sağlamsa o zaman bu değersizlin üstü narsistik örtüyle kapanıyor ve soysa açıdan işini gücünü yürütebilecek düzeye geliyor ama içerisi hep aynı. İçerdeki bu koşullu sevgi kaynaklı değersizlik çekirdeğini göstermemek için atmadığı takla kalmıyor. Başarı peşinde, güç peşinde, şöhret, onay, aklınıza ne gelirse…
Anneleri eğitmek ne denli önemli.
Ülkeler, kurumlar, kime emanet dersiniz? Azıcık dikkatlice etrafınıza bakmanız yeterli.
Politik psikoloji açısından değerlendirirsek ki bu konu benim de ilgimi çekiyor. Özgürleştirmeyen politika, suratı asık politika, size sürekli potansiyel suçlu muamelesi yapan politika sizi ayrıştırmayan anneleriniz. Ve borderline yapı üreteceğinden kuşku yok. Böyle bir yapının elemanlarının tek derdi göze girmek için takla atmak olacak. Annenin adamı olmak. Onu öfkelendirmemek olacak. Ayrışamayacak ve en önemlisi tüm borderline yapılarda olduğu gibi sevmeyi ve üretmeyi başaramayacak.
Gerçekten de bir şeyler yapmalı. Devam edelim yine bu konuya.
Esenlik dileklerimle…
www.pozitifdegisim.com