Şakir Tuncay Uyaroğlu
Pekiştirmede üstümüze yok…
1983 Haziranında üniversiteme Türk Dili Okutmanı olarak intisap ettim. Bu yazımda sizlere 31 yıllık görev sürem boyunca öğrencilerimde ve çevremde şahit olduğum bazı tekrar gruplarından bahsedeceğim.
Öğrencim benden izin isteyeceğinde diyor ki: “Hocam, mecburen bankaya gitmek zorundayım, izin verebilir misiniz?” Ben de kendisine takılıyorum: “Mecburen mi bankaya gideceksiniz, yoksa zorunlu olduğunuz için mi?” diye.
Maalesef, jeton düşmüyor ve bu sefer de yukarıdaki cümleye yeminler ekleniyor. Sonunda izin koparılıyor, ama biliyorum ki; bu öğrencim, kesinlikle hakkımda suizan beslemiş ve günahımı almıştır.
Bir öğrencimle okul dışında karşılaştığım zaman da tablo yine aynı. Bu sefer cümle şöyle: “Hocam, iyi ki size tesadüfen denk geldim.” Yine rahat durmuyorum ve takılıyorum: “Bana tesadüf ettiğin için mi, yoksa rastladığın için mi ya da denk geldiğin için mi sevinçlisin?”
Cevap her zamanki gibi. Yeminler ve beni inandırmak için kullanılan diğer sözler…
Yalnız, şunu da çok iyi biliyoruz ki, bu uygulama sadece bugünün gençlerine has değil. Yıllar öncesinde büyüklerimiz bize pekiştirmenin ve tekrarın ne kadar önemli olduğunu şu ilginç cümlelerle anlatırlardı:
Bab-ı Âli’nin yüksek kapısından firar edip kaçarken yek süvari bir atlıya tesadüfen rast geldi. (Yüksek kapının yüksek kapısından kaçıp kaçarken, bir atlı bir atlıya tesadüfen tesadüf etti.)
Ettekraru ahsen, velev kâne yüz seksen. (Tekrar, yüz seksen kere bile olsa güzeldir.)
Elbette, bu örnekler çok uç örneklerdi. Yukarıdakiler gibi cümle kuruluşu olmazdı.
Ancak şu da bir gerçekti ki, yabancı dil öğrenmeye ya da hafız olmaya niyetlenen kişilerin öğrendiklerini; onlarca, yüzlerce, hatta binlerce kez tekrarlamakla yükümlü olacaklarını peşinen kabullenmeleri gerekiyordu.
Bu istisnai durumlarla “tesadüfen denk gelmek”, “mecburen gitmek zorunda olmak” ifadelerini aynı kefeye koymak, takdir edersiniz ki uygun değildir.
Dilimizde eş anlamlı kelimeleri bir arada kullanmanın bir meziyet olmadığı, tam tersi lüzumsuz kelime kullanmak sebebiyle anlatım bozukluğuna yol açıldığı asla unutulmamalıdır.
Bazı dillerde, -özellikle Arapça başta olmak üzere- eş anlamlı kelimeleri bir arada kullanmak bir meziyet, bir marifet kabul edilmektedir. Tabii ki, bize ters gelen bu durumu sorgulamak haddimize düşmez.
Her dilin kendisine göre kuralları vardır. Biz bu kuralları eleştiremeyiz ya da yok sayamayız.
Eş anlamlı kelimeleri bir arada kullananların önemli bir kısmı, Osmanlı Türkçesine ve Arapçaya vâkıf kişilerdir. Gençler ise, bu durumdan habersiz olarak tekrara düşmektedirler.
Uyarı: Eş anlamlı olduğu bilinmeyen ya da unutulan bazı kelime gruplarının bir arada kullanılmasında -bunların galatımeşhur olması sebebiyle- bir sakınca yoktur.
Örnek: doğru dürüst, parasız pulsuz, güçlü kuvvetli, envaiçeşit, gizli sırlar...
Sıra geldi çok rağbet ettiğimiz diğer cümlelere:
Ben bizzat kendim şahsen bizatihi fakültenizde öğrenciyim.
Özellikle dilekçelerde çok karşılaştığımız bir cümle. Zannedersiniz ki, karşınızda bir ordu var. Aslında, bu cümlede “ben” öznesine bile ihtiyaç yok, çünkü cümlede gizli özne bulunmakta.
Dilekçe örneği istediğim bir sınavda, arada dolaşıyorum. Bir baktım, bir öğrencimin kâğıdında bu cümle var. Öğrencim sınav kâğıdıyla ilgilendiğimi görünce sordu: “Hocam, cümlem nasıl olmuş?”
Eyvah ki ne eyvah!.. Elime fırsat geçti, hiç kaçırır mıyım? “Bence eksik olmuş.” dedim. Cevabım öğrencimin ilgisini çekmiş olacak ki, “Hocam, daha neyi eksik, aklıma gelen her şeyi yazdım.” demez mi?
Bu sefer, artık bütün kozlar elimde. “Bak, bu iyiliğimi sakın unutma. Cümlene şunları da ekle: Sabaha çıkmayayım, şuradan adım atmak nasip olmasın, ölümü görün, ölümü öpün, ölümün üstünde tepinin, inanın, valla billa…”
Ben bu muhteşem (!) sözleri sarf ederken, bunların bir kısmı yazıya geçmişti bile. Öğrenci ne yapsın, hocasına güvenmeyip de kime güvenecek? En sonunda jeton düştü. “Aman hocaaam, siz benimle dalga geçiyorsunuz!..
Ah benim dünya tatlısı öğrencim, bir tanem; Üsküdar’da sabah oldu. Sabah-ı şerifler hayrolsun. Kargalar kahvaltılarını edip yola çıktılar bile. Hiç bunlar yazılır mı?
Sırada bir tutkumuz, bir vazgeçilmezimiz var:
“Hocam; sağlığınız, sıhhatiniz nasıl?”
Doğrusu bu soruya şöyle cevap vermeyi çok isterdim: Sağlığım çok iyi, ancak sıhhatimle ilgili çok ciddi problemler var; şekerimi kontrol edemiyorum, giderek obezleşiyorum, kalp rahatsızlığım devam ediyor…
Karşı taraf böylesi bir durumda ne yapardı dersiniz? Tam bir şok anı, eminim sağlığımı ve sıhhatimi birlikte sorduğuna pişman olurdu ve bir daha kimseye ikisini birden sormazdı.
Şimdi de Bir Hande Yener klasiği :
Yoksa mâni, yoksa engel; gel hayırsız, haydi dön gel.
Dizelerin sonundaki kelimeler, (“engel” ve “gel”) sırf kafiye uyumu var diye seçilmiş. Tabii ki, bu arada “mâni” ile “engel”in eş anlamlı olduğu unutulmuş. Şarkının söz yazarı sevgili Sinan Akçıl’ın kulakları çınlasın.
Eş anlamlı veya anlamca birbirine yakın kelimeleri; deyimlerde, atasözlerinde ve kalıplaşmış sözlerde birbirlerinin yerine kullanmak da doğru değildir.
“Ak akçe, kara gün içindir.” yerine “Beyaz akçe, siyah gün içindir.” diyemediğimiz gibi, “Sakla samanı, gelir zamanı.” atasözünü de Sakla samanı, gelir vakti.” şeklinde söyleme lüksümüz yoktur.
Bilhassa, içinde “Allah” lafzı geçen veda cümlesinin “Tanrı’ya ısmarladık.” biçiminde kullanılmasını açıklamak mümkün değildir. Çünkü, Türkçe de dâhil hiçbir dilde “Allah” lafz-ı celilinin karşılığı bulunmamaktadır. Şu yiğitliğe ve asalete dikkat buyurun lütfen: Biz sevdiklerimizi en güzel emanet sahibi olan Rabbimize ısmarlıyoruz, yani emanet ediyoruz. Bundan ötesi yok…