Prof. Dr. Ali Akpınar
Peygamberimizin..
Peygamberimizin kardeşlik ve isâr ruhu
Kardeşlik ve îsâr, İslam ümmetinin iki önemli temelidir. Bu ümmeti, başka toplumlardan ayırt eden en önemli dinamiktir. Kur’ân’da Rabbimiz, Müminler, ancak kardeştir buyururken İslam kardeşliğinin diğer toplumlarda görülen kardeşlikten çok farklı olduğuna dikkat çekiyor.
Evet, müminlerin kardeşliği müminlere özgüdür ve özgündür. Başka kardeşlikler, dünyevi çıkarlar üzerine kurulur ve geçicidir. İslam kardeşliği ise, ebedî değerler üzerine kurulur ve kalıcıdır. Dünyevî hiçbir sebep o kardeşliği zedeleyemez.
Peygamberimiz, Mekke’de Ficar savaşlarıyla, Medine’de Buas harpleriyle yıllardır birbirlerini öldüren insanlardan İslam kardeşliğini ihdas etti. Bu kardeşlik sayesinde kölelerle efendiler, fakirlerle zenginler, siyah renklilerle beyaz tenliler kardeş oldu. Artık bu insanlar, kardeşlerini kendi nefislerine tercih eder oldular. Kardeşlerinin ihtiyaçlarını, kendi ihtiyaçlarından önce düşünür ve görür oldular.
O kadar ki harbin en kızıştığı zorlu anlarda bile onlar, kardeşlerini kendilerine tercih ettiler. Kendileri yara almış bir yudum suya ihtiyaç duyarken, kardeşlerinin öncelikle su içmesini istediler. Kardeşlerinin su içmesini sağlamak için kendileri susuz can verip şehit oldular.
Evde çoluk çocukları açken, misafirlerini doyurdular, kendileri aç gecelediler. Bütün bunları da Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için yaptılar.
Bu kardeşliğin temelinde îsâr ruhu vardı. İsâr, kendisi ihtiyaç halinde olduğunda bile kardeşini kendine tercih etmek, kardeşine öncelik vermekti. Bunu da sırf Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için yapmaktı.
Onlara bu ruhu aşılayan Peygamberimizdi. O, kendi hayatıyla bu ruhu onlara kazandırdı. Onlara en yüce gayenin Yüce Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu, ahireti tercih etmenin dünyayı tercih etmekten çok daha önemli ve gerekli olduğunu öğreterek. Bizatihi kendisi bu konuda en güzel örnekliği onlara sunarak.
O, kardeşlerin arasında süt-su dağıtımında bile isâr ruhunu sağladı. Mümin kardeşlerinin dertleriyle dertlenmeyi, komşusu açken tok yatmamayı onlara öğretti.
Peygamberimizin hayatından bazı örnekler zikredecek olursak:
Hz. Peygamber, kendisini insanlığın hizmetine adamış olan bir kimseydi. Hiçbir ücret/karşılık beklemeden onların hidayetini, iyiliğini, kurtuluşunu isteyen bir insanlı k sevdalısı idi. Rahatını onlar için terk etti. Vaktini büyük ölçüde insanlara ayırdı. Onun kendi nefsine, ailesine ayırdığı vakitler oldukça sınırlıydı.
Hicrette, önce ashabını Medine’ye gönderdi, kendisi en son hicret etti.
Mescidin inşasında bizzat çalıştı, hem de en ağır kerpiçleri taşıyarak.
Hendek kazımında o da hendek kazdı, hem de kimsenin kıramadığı büyük kayaları kırarak.
Mekan-konum konusunda hep mütevazı oldu. Meclis içerisinde boş bulduğu yere otururdu. Medine’de misafir kaldığı Ebu Eyyüb el-Ensârî’nin teklifine rağmen evin üst katında kalmayı kabul etmedi, alt katta kalmayı tercih etti.
Halasının kızı Hz. Zeyneb’i, azatlı kölesi Hz. Zeyd ile evlendirirken yine bu isâr ruhunu yaşıyordu.
Ashabının, sen burada kal, savaşa katılma, biz ölürsek sen yoluna devam edersin, biz galip gelirsek ganimetleri sen istediğin gibi paylaştırırsın şeklindeki tekliflerine rağmen O, bunu kabul etmedi ve onlarla birlikte tehlikeleri göğüsledi, savaşa bilfiil katıldı ve Uhud’da pek çok sahabesi gibi o da yaralandı.
Bir gün minberde hutbe irad ederken vahiy meleği gelmiş ve yanında ismin anıldığı halde sana salat ü selam getirmeyenin burnu sürtsün şeklindeki duaya sırf kendisi için bir istekte bulunmuş olmamak için âmin demek istemedi. Ancak vahiy meleğinin uyarısı üzerine bu duaya âmin dedi. Çünkü O’na salavat getirmek, Allah’ın emri idi ve dinî bir gereklilikti.
Onun evine gelen hediyeler, evinde gecelemezlerdi. Anında ihtiyaç sahiplerine ulaşırdı.
Ömrünün son günlerinde kendisi için dikilmiş bir elbiseyi ne kadar güzel değil mi diyerek giymiş, giydiği gün onu bana verir misin ey Allah’ın Rasülü diyen ashabına çıkarıp vermiş, kendisi yine eski abasını giymişti.
Kısaca Peygamberimiz, isâr ruhunu her alanda önce kendi yaşayarak ve bu konuda örneklik yaparak ashabına aşılamıştır.
Kardeşlik ruhunun Yüce Allah’ın belirlediği gibi müminlere özgün olarak gerçekleşmesi için isâr ruhunu diriltmeye muhtacız bugün. Her alanda kardeşlik ve isâr ruhunu diriltmeliyiz. Bireyler birbirleriyle kardeş olmalı, cemaatler kardeş olmalı, kurumlar kardeş olmalı, esnaflar kardeş olmalı, şirketler kardeş olmalı, köyler-şehirler-ülkeler kardeş olmalı…
Bireysel ve sosyal alanda, maddî ve manevî her alanda kardeşlik kurulmalı. Tıpkı Peygamberimizin Mekke ve Medine’de yaptığı kardeşlik akitleri gibi, bu kardeşlikler akitlerle resmiyet kazanmalı ve sözde-tabelada kalmayıp hayata geçirilmelidir. Ve kardeşlik, bütün güzellikleriyle İslam kardeşliği olmalı. Hak için olmalı ve Müslümanlara özgü kalmalı.