PKK devlet kursa Öcalan başkan olsa

PKK devlet kursa Öcalan başkan olsa

Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren, "farz-ı muhal" Kürdistan kurulsa ve Öcalan devlet başkanı olsa diye sordu ve cevabını verdi.

"Kürtçe" tek parti diktası

Soru: Farz-ı muhal, Türkiye'nin bir kısmı "Kürdistan" diye ayrılsa, orada bağımsız bir yönetim oluşsa, o yönetimin karakteri ne olur?

El cevap: Bir tek parti diktası olur. Abdullah Öcalan yönetime el koyar. Kendisi bir tür Pol Pot olur, PKK da Kızıl Kmerler gibi ülkeye demir mengenesini geçirir. Sonra... Sonra Kamboçya'da ölüm tarlaları meydana gelmişti, burada da, üç aşağı beş yukarı benzeri bir manzara ortaya çıkar.

Takrir-i Sükun dönemlerine taş çıkartacak, Diyarbakır cezaevi uygulamalarına rahmet okutacak bir süreç başlar.

Bunu gidin, evi basılarak, oğlu kızı dağa kaldırılmak istendiği için Batı'ya göçmek zorunda kalan Şemdinlili ya da Şırnaklı Kürt'e sorun.

PKK'nın bir terör örgütü olarak yaptığı iç-dış infazlar, öyle değme devletin yargısız infazına benzemez.

Son günlerde sokak eylemlerinde gerçekleştirilen tahribat da, sadece PKK'nın ürettiği yıkım psikolojisinin göstergesidir.

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu son günlerde ilginç açıklamalar yapıyor. Dün bir kısım değerlendirmelerini, Taraf'ta Neşe Düzel'le yaptığı söyleşiden almıştım. Şu satırlar da, yine Ensarioğlu'nun Yeni Şafak'a verdiği mülakatta yer alıyor:

Soru: Bölgede DTP'ye alternatif daha özgürlükçü bir siyaset çıkmayacak mı?

Cevap: Kendini demokrat sayan entelektüeller PKK ve DTP ile çok ters düşmek istemiyorlar. Bunu Kürt meselesine ihanet olarak görüyorlar ve o pozisyona düşmemek için susuyorlar.

Soru: DTP'yi eleştirmekten mi çekiniyorlar?

Cevap: Eleştiriyorlar ancak bu eleştirilerinde belli bir noktaya kadar gelebiliyorlar. O noktayı geçtiklerinde "hain" ilan edilmekten korkuyorlar. Kimi hayatından, kimi statüsünden korkuyor, kimi de hain ilan edilmekten kokuyor.

Soru: Bu konudaki rahatsızlığı dile getirdiniz mi?

Cevap: Biz bu tür durumların yaşanmaması gerektiğini her zaman ifade ediyoruz. Ama kabul edelim ki, bunu yapan bir irade var ve bu iradenin ciddi bir silahlı gücü ve kitlesel gücü var. Bu güç karşısında bireysel tepkiler göstermenin de riskleri var.

Soru: Kapatılmış olsa da DTP içinde iki kanadın varlığını biliyoruz. Barışı isteyenler neden seslerini yüksek sesle dillendirmiyorlar?

Cevap: DTP siyasi bir partidir ama PKK'nın tabanı üzerinden siyaset yapan, PKK müsaade ettiği ölçüde siyaset yapan bir partidir. Bu anlamda zaman zaman kendi içinde farklı sesler çıkıyorsa bu kendilerini özgürce ifade edememelerinden kaynaklanmaktadır.

Şu soru-cevap çerçevesi, Doğu-Güneydoğu'daki vasatı çok net ortaya koyuyor. PKK ile paralel duran bir siyasi partinin yaşadığı ipotekli durum çok net değil mi? Bu ipotekli durum, üstte denetleyici bir devlet gücünün bulunduğu dönemde böyle olursa, PKK'nın çok daha belirleyici olduğu bir vasatta bu ipoteğin pençeleri nasıl bir mengene oluşturur, tahmin etmek lazım.

Dün yazdım. Bir de buna PKK ve Öcalan'ın hangi misyonla hareket ettiğine dair kuşkuları ilave edin. Ortaya tam bir "Görevimiz tehlike" atmosferi çıkıyor.

1993'teki 33 asker olayında genelde, bölgedeki askeri güçlerin yeterli tedbir almamasına odaklaşılıyor. Bu elbette önemli. Ama, "Barışa giderken" PKK eylemini koymak nasıl bir şey ve bunu üstlenmek nasıl bir şey ve "Benim üstlenmem istendi" açıklamasının altında Öcalan imzasının bulunması nasıl bir şey?

Bölgedeki tüm siyasi hayatı ipotek altına alan ve Kürtler'e lider olarak takdim edilen teröristi, bir katliamı üstlenmeye zorlayan irade ne olabilir?

Ve şimdi... En kritik bir zaman diliminde...

Reşadiye'deki pusuya PKK adına imza atmak nasıl bir şey?

Kapatılan DTP'nin Diyarbakır İl Başkanı Fikret Anlı, "PKK adına yapılan üstlenme açıklaması Kürtler'i tatmin etmedi" diyor. O zaman, PKK inisiyatifinde hareket eden Fırat Haber Ajansı bu açıklamayı "Ecinniler"den almış olmalı, değil mi?

Şu sıralar, kafalar müthiş karışık.

PKK ipoteğine selam çakanlar nezdinde, 33 asker olayı da izah edilemiyor, şimdi Reşadiye olayı da...

Ben de ısrarla diyorum ki, bu "Kürt meselesi"ni, Öcalan ve PKK ipoteğinden kurtarmak lazım.

O alan son derece karanlık bir alan çünkü.

"PKK hangi derinliklerle ilgili" sorusu hem varlığını sürdürüyor, hem görmezden geliniyor ve ipoteğine selam çakılıyor. Bu anlaşılır bir şey mi?

Ne diyor Ensarioğlu:

-Kimi hayatından, kimi statüsünden korkuyor, kimi de hain ilan edilmekten kokuyor.

Ne denir?

İyi ki Ensarioğlu, bunu derken kendi hayatından, statüsünden ve hain ilan edilmekten endişe etmiyor!

Bence Kürt sorununun büyüğü, şu anda Doğu-Güneydoğu'daki PKK hegemonyası ile alakalıdır. Ve garip bir şekilde, Ankara adına AK Parti iktidarının çözüm arayışının önünü kesmektedir.

Serap'tan, Aydın'dan sonra iki ölü daha:

PKK'nın bütün yurtta yürüttüğü sokak terörü, Beyoğlu-Dolapdere'den sonra, Muş-Bulanık'ta da, karşıtını doğurmuş bulunuyor. İki ölü, 6 yaralı ile... Şu ana kadar, PKK-DTP cenahından, her türlü provokasyonu içinde barındırabilecek olan sokak terörünü durduracak bir tavır sergilenmemesi de çok anlamlı.

Ahmet TAŞGETİREN / Bugün
[email protected]