Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Ramazan ayı ve mülteciler

Arapça’da “iltica” fiilinden türeyen “mülteci”; dini, milliyeti, siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm gören ve can emniyeti ortadan kalkan insanların ülkelerinden ayrılarak başka ülkelere sığınmalarına denir. Bugün çağdaş dünyanın en büyük sorunları arasında “mülteciler ya da sığınmacılar” sorunu gelmektedir. Mültecilerin kahır ekseriyetini Müslümanlar oluşturmaktadır.

Mülteciler için güvenli bir ülkeye göçmek, hayatta kalmak için atılan son adımdır.

İslam’ın erken dönemlerinde Müslümanlar bizzat “mülteci” konumuna düşürülerek bu durumu yaşamışlardır. Mekke’de can, mal ve din güvenlikleri olmadığı için Hz. Peygamber’in emriyle öncelikle Habeşistan’a sonra da Medine’ye göç etmek zorunda kalmışlardır.

Normal şartlarda hiçbir insan doğup büyüdüğü, ekmeğini yiyip suyunu içtiği ve havasını teneffüs ettiği yurdundan yuvasından ayrılmak istemez. İç ve dış şartların yol açtığı işgal, baskı gibi durumlar nedeniyle bu insanlar hayatta kalma mücadelesi vermek için sığınmacı konumuna düşürülmüşlerdir.

Mülteci olmak, bir başka ülkenin vatandaşı olmak anlamına gelmemektedir. Geçici olarak orada varlığını devam ettirmektir. Bu anlamda mültecilerin en büyük sorunu “korunmak ”tır. İslam geleneğine göre, mülteciler sığındıkları toplumun asli unsuru sayılmışlardır. Onlar; can, namus, mal ve din dokunulmazlığı başta olmak üzere hiçbir insan hakkından mahrum edilemezler.

İslam, hukuki açıdan mülteci statüsünde bulunan insanların varlıklarını devam ettirmeleri için güvenli bir ülkeye gitmelerini tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de Allah’ın arzının geniş olduğu ve güvenli bölgelere hicret edilmesi gerektiği üzerinde durulmuş; hatta mazeretsiz olarak bunu terk edenler kınanmıştır. (Bkz. Nisa 4/97).

Bugün ülkemizde iki milyonu aşkın Suriye’li mülteci bulunmaktadır. Elbette başka ülkelerden de sığınmacılar vardır. Bu insanlara karşı, başta devlet ve hükümet olmak üzere sivil toplum kuruluşları her türlü insani yardımı seferber etmiş durumdadırlar. Bu konuda hamiyetperver olan halkımız, sadece ülkemizde bulunan mülteci kardeşlerimize değil, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan mültecilerle aşını ve ekmeğini paylaşmaktadır. Bu paylaşma ahlakı her türlü takdirin üzerindedir.

İslam yardımseverlik üzerinde ısrarla durmaktadır. Bilindiği gibi kendisine zekât verilecek sınıflardan birisi de “yolda kalmışlar” olarak belirtilir. Öyleyse, yerinden yuvasından edilmiş bu insanlara karşı bir yardım seferberliği ilan etmeliyiz. İftar sofralarımızı bu kardeşlerimize de açmalıyız. Geçenlerde Konya’mızda gerek değerli valimizin ve gerekse rektörümüzün verdiği iftar sofralarında Suriye’li aileleri gördük. Bu âlicenaplık ahlakı gözlerimizi yaşarttı. Çok şükür halkımız bu kardeşlerimize evini açtı, iş verdi, ekmek verdi. İşte ensar olabilmek budur. Eğer  Medine toplumundaki ensâr-muhâcir kardeşliğini bugün yeniden ihya etmezsek, konuşmanın ve yazmanın bir anlamı yoktur.

Netice olarak, ülkemize iltica etmiş gerek Suriye’li ve gerek Somali’li kardeşlerimize şu mübarek ramazan ayında evvela gönüllerimizi sonra da kasalarımızı açalım. Onlara sırt çevirmeyelim. Onların duası hürmetine bu aziz milletimiz tarihsel yürüyüşünü güçlü bir şekilde sürdürecektir. Büyük devlet olmanın gereği de budur, zaten. Mültecileri bir “yabancı” gibi görmeyelim, onlar hakkında “önyargı”lı davranmayalım. Yolda kalmışlara ne yapmak gerekiyorsa biz de  onu yapalım.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.