yazar-2
Saadet Ulusalcılık yakınlaşması
Saadet ve derin devletin resmi ideolojisi ulusalcılık
Birkaç hafta önce gazetemizin en çok takip edilen Tutanak sayfasında “Milli Gazete’nin Ulusal Kanal Sevgisi” başlıklı bir haber yayınlamıştık. Milli Gazete, internet sitesindeki televizyonlar linkinin en üst sırasına doğal olarak TV 5’i koymuş hemen altına da devrim kanunlarıyla ülkeyi 1940’lı yıllara götürmeyi hayal eden hızlı ulusalcı Doğu Perinçek’in Ulusal Kanal’ını yerleştirmişti. Geçmişte aynı değerleri paylaştığımız ve hala da bir çok ortak noktamız olan çizginin “nereden nereye” dedirtecek bir yola girdiğinden endişe etmeye başladım. Bu küçük haberle camianın dikkatini çekelim istemiştik ama ne yazık ki, kimse üzerine alınmadı. İstiyorduk ki, “Ne alakası var” diyen birisi çıksın, ulusalcı çizginin kendilerine göz kırptığı bir dönemde, topunu karşılarına alıp “işinize bakın, sizin ne mal olduğunuzu biliyoruz” desinler, istemiştik.
2002 seçimlerinde Erbakan misyonunun Meclis’te mutlaka temsil edilmesi gerektiğini ve AK Parti’nin güçlü iktidarına karşı, 91-95 dönemindeki 38 sandalyeyle gösterilen etkili muhalefetin aynı güç ve performansta bir kez daha sergilenmesi gerektiğini dillendirmiş ve bu niyetle oy kullanmıştım.
Bu seçimin 2002 seçimiyle benzerlik gösterdiğini söylemek zor… Bu dönemde iktidar, medyanın önemli bir kısmını yanına çekmeyi başarabildiği için 28 Şubat benzeri kazayla karşılaşmadan buraya kadar geldi. AK Parti’nin bu dönemde yaptıklarının doğruluğu yanlışlığı bir tarafa demokrasiyi, hukuku ayakta tutma adına partilerin bu dönemde çok iyi bir sınav verdikleri söylenemez. Erbakan çizgisinin de ülkeyi ekonomik bir felakete sürükleyen Anasol-D ve M hükümetlerine karşı sergilediği muhalefetten daha fazlasını “Bizim çocuklar” dediği partiye karşı yapmış olması, AK Parti’ye oy vermiş milyonları rahatsız etti.
Erbakan’dan partinin mahalle temsilcilerine kadar bütün partililer, Milli Gazete’nin köşe yazarları, TV 5’in yorumcuları, programcıları, AK Parti’yi “Amerikan uşağı, Siyonizm işbirlikçisi” olmakla itham ettiler. Nezaket sınırlarını aşan ifade ve yakıştırmaları bu köşede yakışıksız duracağı için taşımayayım.
Muhalefetin medya ayağı çok önemli. Erbakan ve Saadet’in görüşleri ve iktidara karşı eleştirileri kendi gazete ve televizyonlarında yer bulabilirken, bu çizginin son bir yılda AK Parti’ye karşı Flash TV, Ulusal Kanal, Kanaltürk ve Yeniçağ, Cumhuriyet, Tercüman gazeteleriyle benzer tavır sergilemesi iktidar yanlılarına olduğa kadar, tarafsız bakış açısına sahip aydınlar ve gazeteciler için de şaşırtıcı geliyor. Bu arada BBP’nin ‘milliyetçi’ duruşuna rağmen daha temkinli olması dikkat çekiciydi. Bu parti ‘Saadet’le ittifak’ projeleri konuşulurken de bağımsız adaylarla seçime gireceğini açıkladıktan sonra da sağduyulu tavrı nedeniyle kamuoyunun takdirini topladı.
Bugün BBP’nin seçimlerde AK Parti’yi destekleyeceğini ve seçimden sonra da “destek vereceğini” deklare etmesi, AK Parti’nin bütün partiler tarafından neredeyse “tecrid” edildiği bir dönemde oldukça anlamlı. Partilerin “AKP’yle koalisyon yapmayız” yaklaşımı, demokrasiye zarar verdiği kadar, AB kapısındaki bir Türkiye’ye de herhalde yakışmıyor. Mesela seçimden sonra bir AK Parti+Saadet koalisyonu niye olmasın. Türkiye siyaseti böyle koalisyonu neden kaldırmasın. Saadet’e ya da AK Parti’ye böyle bir birliktelik neden zarar versin ki…
Asıl konuya dönersek, Saadet’in ulusalcı çizgiyle paslaşmaları bir süredir kamuoyunu rahatsız ediyor. Bunu gazeteyi ziyaret eden Saadetli vekil adaylarına da söyledim. Hiçbiri böyle bir yakınlaşmayı kabul etmedi. Cumhuriyet gazetesinin seçime doğru manşetini Recai Kutan’a açması, Yeniçağ’ın manşetinde AK Parti karşıtlığı için Erbakan’ın açıklamasına yer vermesi, Kanaltürk’ün Rize mitingini canlı yayınlaması, Erbakan’ın dünkü İstanbul konferansından sonra önümüzdeki günlerde ulusalcı Flash TV ve Ulusal Kanal programlarının bulunması, Sözkonusu kanalların ve gazetelerin Saadet’in baraj kaygısı olmadığını işlemesi, Saadetli adayların pek çok özel televizyonda özel programlara alınması, partiye kâr getirmiyor, aksine kamuoyunda “derin devlet”le dirsek teması olarak algılanıyor.
Yakın bir geçmişte SP’nin üç önemli isminin eski askerlerle bir araya gelmesi, bu toplantıda emekli bir komutanın “28 Şubat döneminde yaptıklarımız için özür dileriz, Erbakan’ı yanlış tanımışız. Erbakan’ın ne kadar milli bir duruşu olduğu şimdi anlaşılıyor” şeklinde günah çıkarttılar. Eski komutanların SP’li yetkililere “Genç Parti, DSP ve BBP ile milli bir ittifak yaparak AKP karşısında güç oluşturma” tavsiyesine “Saadet’lilerin de generallerin AK Parti’yle ilgili endişelerine hak verdikleri” bilgisini edinmiş ama dile getirmemiştik.
Geçen seçimde oy verdiğim partinin, “derin devletin resmi ideolojisi” olduğundan kuşku duymadığım “ulusalcılık”a doğru yol alıyor izlenimi vermesi, Tuncay Özkan’la, Doğu Perinçek’le “AKP düşmanlığı”nda da olsa birleşilmesi, beni ziyadesiyle rahatsız ediyor. Bu tablo beni olduğu kadar, bu seçimde AK Parti, Saadet ve BBP arasında tercih yapmak durumunda kalacaklarla, geçen seçimde SP’ye oy verip şimdi ise Abdullah Gül için AK Parti’yi düşünenleri çok rahatsız ediyor. Bilmem bu işe Saadetliler ne diyor?
***
Sami Güçlü’nün heyecanı
Partiler son virajda. Partililer de bu virajda hata yapmamak, mesajı en doğru en kısa yoldan vermek için çaba sarfediyor. Önceki gün AK Partili vekiller ve vekil adayları, parti yöneticileriyle medyadan sonra sivil toplum kuruluşlarına çıkarma yaptılar. AK Parti’nin diğer partilere göre ziyaretlerde daha kalabalık görünerek beraberlik fotoğrafı vermesi dikkat çekici. Tarım eski Bakanı Sami Güçlü ve beraberindekiler de 45 dakikalık bir gecikmeyle Yazarlar Birliği Konya Şubesi yönetimini ziyaret ettiler. AK Parti heyeti, hacı bekler gibi bekletti, deyim yerindeyse. Sohbetten sonra İl Başkan Yardımcısı Ahmet Uykusuz “öbür tarafa 20 dakika geç kaldık” deyince Başkan Ahmet Köseoğlu’nun itirazı geldi, öbür tarafa da 45 dakika gecikilebileceği yönünde.
Siyasette aydınların daha çok yer alması gerektiğini söylüyorum her zaman. Siyasetin kalitesini de ancak okuyanlar ve düşünenler ayakta tutabilir çünkü. Konya’nın yetiştirdiği önemli düşünce adamlarının başında gelen Sami Güçlü’yü bu kez daha heyecanlı gördüm. AK Parti’nin eğitim ve kültür politikası üzerinde daha çok duruyor. “AB uyum süreci, demokratikleşme, modernleşme” derken gençliğin ihmal edilmemesi gerektiği üzerinde durdu, akademik hayatından örnekler verdi. Aydınlık bir gelecek için “önce gençlik” diyor o.
Ben de seçimden sonra Konya’ya verilecek, bir ya da iki bakanlık her ne ise, biri ona verilmeli, diye düşünüyorum. Bu kez neden Kültür Bakanı olmasın…