Sarı Lacivert vicdanlar
Bundan bir yıl önce 8 Temmuz 2011'de Futbolda Temiz Eller Operasyonu başladığında "Takım tutar gibi" başlıklı bir yazı yazmış ve şöyle demiştim:
"Takım tutar gibi deyimi, siyasette ve fikir hayatında sorgusuz sualsiz sevgi, destek ve bağlılık anlamında kullanılır. İnsanlardan bağlandıkları partileri ya da fikirleri 'takım tutar' gibi tutmamaları, hep eleştirel bakmayı sürdürebilmeleri istenir; böylesinin doğru olduğu söylenir.
Şimdi galiba ilk defa, takımlarına koşulsuz bir sevgiyle bağlı on milyonlarca taraftara şu son operasyona 'takım tutar gibi' bakmamalarını tavsiye edeceğiz. Çünkü pusuda, Türkiye'nin giriştiği ikinci büyük temizlik harekâtını, onların takım sevgisini kalkan yaparak kesmeye çalışan güçler var. (...) İşte bu noktada taraftarların 'takım tutar gibi' davranmamaları; isterse kendi takımları da içinde olsun, yeşil sahaların arka planındaki 'derin futbol'un deşifre olmasını ve temizlenmesini talep etmeleri gerekiyor."
Önceki gün Aziz Yıldırım'ın tahliyesinde ortaya çıkan tabloya baktığımda bütün bu yazılanların boş olduğunu bir kere anladım.
"Direniş sembolü"
Yıldırım, hapisten taraftarlarının omuzlarında bir kahraman gibi çıktı. Cezaevi kapısından ana caddeye yarım saatte gidebildi ancak. Omuzlarında sadece Sarı Lacivert değil, Kırmızı Beyaz Türk bayrakları da vardı. Demek aynı zamanda milli bir semboldü o artık! Ona "Direniş simgesi" bile dediler. "Cemaat komplosuna karşı laik Türkiye'nin direnişinin sembolü" olsa gerek... İyi manipülasyondu doğrusu; kahramanlarının yüz kızartıcı bir suçtan içeri girdiğini bir türlü kabullenemeyenler can simidi gibi sarıldılar. Oysa artık kapı gibi bir mahkeme kararı vardı ortada. Yıldırım, mahkeme kararıyla suçlu bulunmuş ve hüküm giymişti. Gerçi daha Yargıtay safhası vardı ama mahkemenin hükmü de ortadaydı. Ama Sarı Lacivert vicdanlar, bu kararı da takmadılar.
Televizyon görüntülerini izlerken Susurluk sanıklarının çıkışını hatırladım. Alınlarında kurban kanıyla onlar da kahraman gibi çıkmıştı. Sahi, Yıldırım için kurban kesilmedi mi? Neden kurban kanı yoktu onun alnında? Yoksa çizilen "Dincilerin kurbanı laik Yıldırım" imajını zayıflatmaktan mı korkmuşlardı?
İpoteksiz vicdanlar çoğunlukta olmadıkça
Oysa aldatılanlar en başta kendileriydi. İnandıkları, kayıtsız şartsız bağlandıkları takımları onlarının gözlerinin içine baka baka hile yapmıştı. Onlar statlarda ya da televizyonlarının başında heyecan içinde dokuz doğururken, aslında o maçların sonuçları çoktan belirlenmişti. Kandırılmışlardı, çocuk yerine konmuş, aşağılanmışlardı. Ama onlar buna aldırmadılar. Takımlarına bağlılık uğruna, gözlerini kırpmadan ahlaksızlığa arka çıktılar.
İşin kötüsü, biz bu tutumun Fenerbahçe taraftarlarına has olmadığını biliyoruz. "Kol kırılır yen içinde kalır" mantığı ne sadece orduda ne de Fenerbahçe'de geçerli bir mantık. Her kurum, her kuruluş, her cemaat (ya da cemiyet!) "düşmanları" karşısında zayıf düşmemek için kendi pisliğini görmezden gelme, kedi pisliğini saklar gibi saklama geleneğine sahip. Suçlular bu gelenek sayesinde suçsuzları kendilerine kalkan yapabiliyor. Kötüler bu sayede iyileri meydanlara sürüp üstlerine gelen saldırılardan kurtulabiliyor.
Toplumun büyük çoğunluğu, güçlü bir aidiyetle bağlı olduğu bir yapıyı korumayı, doğrunun yanında yer almaktan daha fazla önemsiyor. Kendi ahlaki değerleriyle tutum alan özgür bir birey gibi davranamıyor. Renk aşkına, parti aşkına, "ortak dava" aşkına temizliğin değil, kirliliğin yanında yer alabiliyor. Ahlaki olanı değil, faydalı olanı seçebiliyor. Hakkaniyet duygusu değil, çıkarlar ön plana çıkabiliyor.
Böyle olduğu için de temiz toplum bir türlü kurulamıyor.