Mustafa Yiğit
Şehir ve Kültür…
Bir toplumu tanımak istiyorsanız o toplumun yaşadığı şehre nasıl baktığını, nasıl davrandığını görmeniz yeterlidir.
İnsanlar şehirlerine hınçla mı sevgiyle mi yaklaşıyor? Şehir üzerinde söz sahibiler mi? Yoksa şehirlerini otel gibi mi kullanıyorlar?
İnsan yaşadığı yere benzer ve yaşadığı yere sahip çıkmayanlar aslında kendi hayatlarına da sahip çıkmıyor demektir.
Ancak maalesef ülkemizde insanların yaşadığı şehirlere yeterince sahip çıkmadıklarını görüyoruz. Şehrin sadece bir belediyecilik faaliyeti olarak algılandığı, şehre sadece belediyelerin sahip çıkması gerektiğini düşünen bir anlayış söz konusu.
Belediyeler yollar, köprüler, kaldırımlar yaparlar, çeşitli kültür merkezleri, spor tesisleri kurarlar, ancak bu bir şehrin varlığını sürdürebilmesi için yeterli değildir.
Bir şehrin varlıklarının gelecek kuşaklara taşınması ancak o şehre o şehirde yaşayan insanların sahip çıkmasıyla mümkündür.
Özellikle o şehrin tarihini, sanatını, tabiatını, geçmişten gelen izlerini gelecek kuşaklara miras bırakmak şehir sakinlerinin işidir.
Avrupa’da pek çok şehir gezmiş biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Onlar şehirlerine bizden çok çok sahip çıkıyor.
Roma’ya gidiyorsunuz, merkezinde dolaştığınızda tarihle hemhal oluyorsunuz, heryer tarih. Bu tarihe öyle saygılılar ki, bizim gibi bir tarihi köşkün yanıbaşına Rezidans dikmeyi gelişmişlik göstergesi saymıyorlar.
Paris, Prag, Viyana, Belgrad, Zagrep, Amsterdam, Budapeşte ve daha nice başkent ve şehirlerde de aynı durum sözkonusu.
Paris’te Notredam hala dimdik ayakta, kıytırık bir Eyfel bile milyonlarca turistin gözdesi olmayı sürdürüyor. Her sokağı tarih kokuyor, bir katedralin yanında ucube
Prag’da Kafka’nın evi hala sapasağlam, Charles köprüsü yüzlerce yıllık geçmişin izlerini üzerinde taşıyor….Yine Amsterdam Hollanda’nın yüzlerce yıllık ticaret geleneğinin izlerini taşıyan limanlarının yanısıra, merkezinde tarihi dokunun bir tekine tek bir çivi bile çakılmamış….Zagrep, Belgrad, Budapeşte, keza aynı….
Onlar hilkat garibesi çok katlılarla başkentlerini boğamamışlar, onların günümüze kadar yaşaması için gözbebekleri gibi bakmışlar.
Bu saydığım şehirler, üstüne üslük bizden farklı olarak ikinci dünya savaşını iliklerine kadar yaşamışlar, aylarca bombardıman altında kalmışlar, yerle bir edilmişler.
Ancak daha sonra tarihi mizansenden bir milim bile sapmadan yeniden inşa edilmişler, günümüze ayniyle kazandırılmışlar.
Bizler ne yapıyoruz? Kültür birikimimizi, yaşam alanlarımızı, tarihimizi, ecdadımızın bize bıraktığı eşi benzeri olmayan şehirlerimizi rant uğruna feda ediyoruz.
Güzelim bahçeli evlerimizi çok katlı apartmanlara dönüştürecek müteahhitlerin önünde diziliyoruz.
Kendi kültür varlıklarımıza, kendi şehirlerimize dönük bu amansız taaruza yardımcı oluyoruz.
Kültüre sahip çıkmak kendi şehrine sahip çıkmaktır. Bizler niye Konya’mızı, İstanbul’umuzu ir Paris bir Prag, bir Viyana gibi koruyamadık. Bu soruyu vereceğimiz cevap şehirle olan ünsiyetimizi de anlatacaktır…