Mustafa Yiğit
Şehircilik, geçitler, konserler…
Ankara’da bir geçit daha törenle açıldı. Kuğulu Parkı Kavşağı, İbrahim Tatlıses konseriyle açıldı ve dev ekranda izlenen Milli takımımızın Yunanistan zaferiyle taçlandı. Milli takımımız Norveç’i de kazasız belasız geçerse grubundan çıkmak için çok büyük bir avantaj kazanacak. Ve Çarşamba günü dualarımız onlarla olacak. Aman dikkatli olalım, bu futbol sevinçlerimizi magandalıklara kurban etmeyelim.
Magandalık deyince benim kafam bir şeye takılıp durur hep. Sizinle de bunu paylaşmak istiyorum. Belediyeler bu açılışlarda neden ve ne hakla bu tarz konserler düzenlerler? Bu da ayrı bir magandalık kültürü değil midir?
Pek çok kişi biraz sonra aktaracağım görüşlerime katılmayabilir, onlara da saygı duyarım.
Evet, açılışlarda gelenek haline gelmiş olan konser düzenleme fikrini hiç de parlak ve adil bulmuyorum. Tamam sayın belediye başkanları, varoşlar oy deposu ve buralardan bir konser size çok oy kazandırıyor olabilir. Ancak bu konsere verdiğiniz para, kamunun parası. Ve bu konsere gitmeyen, bu açılışlara iştirak etmeyen yüz binlerin hakkı geçiyor. Kul hakkını bir tarafa atmayalım lütfen. İlgili yerler umarım bu çağrıma kulak verir.
Gelelim geçitler meselesine..
Atatürk Bulvarı aylardır trafiğe kapalıydı, bu geçit yapımı nedeniyle. Biz şehir sakinleri de aylardır trafik işkencesi çekiyorduk sırf bu yüzden. 10 dakikalık mesafe 45 dakikaya çıkmış, herkesin sabrı taşmıştı.
Neyse ki kurtuluyoruz bu berbat durumdan diyeceğim, ancak yine çok yakında bir kavşağın yapım çalışması başlar ve biz yine aynı şekilde mağdurları oynarız diye de düşünmeden edemiyorum.
Çünkü bu altgeçitlerin, üstgeçitlerin şehir trafiğini rahatlattığına pek inanasım gelmiyor.
Bir yer rahatlarken öbür yer sıkışıyor.
Tıpkı balon gibi...
Bir yerini sıkıştırıyorsunuz, diğer yeri şişiyor. Sadece geçici bir rahatlama oluyor. Bunun altında yatan neden de şehrin birden çok merkezinin olmaması. Tek merkezli şehirlerde trafik aynı yöne akıyor. Siz ne kadar altgeçit, üstgeçit yaparsanız yapın tek noktada kesişiyor trafik. Hele başkentte bu çok daha bariz. Bütün kamu binaları bir merkezde toplanmış. Sadece Ankara sakinleri değil, Türkiye’nin dört bir yanından gelenler; tayin, nakil, ziyaret vs.. için buraya bir şekilde uğramak durumunda. Yani bu trafiğin içine girmek ve keşmekeş olmuş trafik kirliliğine katkı vermek için yüzbinler şehrin merkezine doğru akıyor her sabah.
Siz bu durumda yüz değil bin tane altgeçit ya da üstgeçit yapın fark etmez!
Şehir planlaması diye bir şeyi aklınızdan geçirmiyorsanız, şehrin alt yapı sorununu etraflı bir şekilde değerlendirmiyor ve buna göre önlem almıyorsanız bu tip problemleri de çözemezsiniz. Bu günü kurtarmak adına, palyatif çözümden başka bir anlam da içermez.
Peki ne yapılmalı?
Her şeyden önce akla ve vicdana uygun bir şehircilik anlayışı geliştirmek gerekiyor. Ondan sonra bu şehircilik anlayışının köklü bir gelenek haline sağlanmalı.
Maalesef bizim şehircilik anlayışımız son durum itibariyle, altgeçit ve üstgeçit konserlerinin ötesine geçememiş durumda.
Bu tuhaf anlayış belki halkın bir kısmına hoş gelebilir. Ne güzel, gülüyoruz, eğleniyoruz diyebilirler. Bizi de oyun bozanlıkla suçlayabilirler.
Ancak bu düşünce, gelecek nesillere rahat, huzurlu, güvenli ve altyapı sorunlarını halletmiş şehir bırakmamızı sağlamaz.
Şehircilik daha ciddi bir iştir. Hatta daha feylesofça bir uğraştır. Bir kültür, bir anlayış ve bir dünya görüşünü içinde barındırır.
Şehircilik anlayışı varoşların şehrin merkezine yığılması, şehri kuşatması ya da kent dönüşüm projeleriyle apartman dairelerine taşınması anlamını da içermez. Bu olsa olsa vergisini düzenli ödeyen ve kamu arazisi üzerine tek bir çivi bile çakmayı kul hakkı sayan her vatandaşın vicdanını yaralar.
Şehircilik anlayışımız üzerine düşünmek bir daha düşünmek dileğiyle..