M. Faik Özdengül
Sevgilim!
Ağacı gördüm.
İki bina arasına sıkışmış. Başını öne doğru çıkarmış. Yola doğru uzatmış.
Yürürken fark edilmiyor. Ya yukardan bakılınca ya da başınızı yukarı kaldırırsanız.
Fark edenler hep baktıkları yönden başkasına da bakanlar. Bir de yukarı çıkacak bir yol bulup oradan bakanlar. Ki görünmeyenleri görsünler. Görünmekten başka yolu olmayanları görüp gözetsinler.
Sıkışmışlar, daralmışlar nasıl görünür başka bakanlar olmasa.
Çiçekler görürüm. Kimi saksıda. Kimi kırda. Kimi masalarda, ömrünü tamamlamış. Kimi vitrinlerde, bir ele ulaşıp birazcık daha suya dokunabilmeyi bekleyen. Onları da fark edip bakacaklara gülümseyen.
Bulutlar görürüm sonra. Kimisi tek parça, kimisi beyaz kimi de kara. Rüzgarı bekleyen. Ömrünü tamamlayıp toprağa ulaşmak için. Bir rüzgarın dokunuşuna kadar asılı duran gökyüzünde. Toprağın da onu beklediğini bilip yine de belirlenmiş saati sabırla bekleyen.
Kuşları da görürüm. Kimi yalnız. Kimi guruplar halinde. Kimi sessiz kimi görünmez. Büyüğü ve küçüğü. Denize doğru uzanırken bazılarını. Bazısını da gökyüzünde, sanki kendisi gök gibi. Uçmak en iyi bildikleri şey. Kendiliğinden. Bazıları uçamayınca kanatlarını görsünler diye bakarken etraflarına. Onlara da bakabilenler bakıp gözetsin diye kaderine razı.
Ve toprak. Sessiz. Ağır. Kucaklayıcı. Kabul edici. Onun da sertini ve yumuşamışını görürüm. Hem ayaklar altında hem üstünde eskinin. Eskimesini ömrünü tamamlamasını beklerken her şeyin, bakanlara sabrı öğrettiğini görürüm.
Yağmur sonra. En arada kalanı. En çok gezineni. Bir yukarda bir aşağıda. Bir yerde karar kılamayan. Yerden yükselirken görürüm onu sonra da yere düşerken. Kışın beyaza büründüğünü de. Irmak oluşunu. Denize ulaşırkenki heyecanını. Ve deniz olduğunda da başını yukarı kaldırışını. Güneşe bakışını. Gideceğini bile bile yine de güneşe bakışını.
Ve güneş. Bakanları en çok zorlayan. Kendine baktırmayan. Gözleri kamaştıran. Hep kendinden veren güneş. Isıtan. Aydınlatan. Yol gösteren. Büyüten. Besleyen. Kavuran. Yakan. Bir uzaklaşıp bir yakınlaşan. Benim gibi olun diyen güneş. Onu da görürüm. Çok bakamasam da, O’nu en çok gölgeden bilirim. Meyveden. Ağaçtan. Yağmurdan…
Sonra bütün bunları görür de çaresizliğimden aczimden güneşi çağırırım yine.
Ey yararlı, güzel isler yapan güneş; yine Hamel burcuna gel; ne buz, ne çamur; etrafa amberler saç, amberler saç!..
Ey güneş! Gül bahçesini gülüşlerle doldur, su ölüleri dirilt; şimdiden mahşeri meydana getir!
Görmüyor musun; tohumlar kabuklarını yarmış, hapisten kurtulmuşlar; biz de, evlerimizin kucağından kurtulup
bağlara bahçelere gidelim! Bahçeler, bize, gayb aleminden yüzlerce armağanlar getirmiş, yüzlerce armağanlar getirmiş!..
Gül bahçesi yüzlerce gülle dolar, dedikodu biter, zaman doğurmaya baslar, zaman doğurmaya baslar!
Leylek, gök gibi yüksek bir köşkün üstüne yuva yapmış, leklek diye öterek; "Ey yardımı dilenen Allah; mülk Sen'indir, mülk Sen'indir!" demek istiyor!
Bülbül.sesi ile saz çalar; üveyik hu hu diyerek öter! Öbür kuşlar da, civan bahtın. genç talihin çalgıcısı olarak gelirler!(Divan-ı Kebir)
Çağırmasına çağırırım da yine ayrılıktan korkarım.
Sevgilim! Beni böyle dostsuz bırakma; benden uzağa gitme; beni yalnız bırakma!
Benim zavallı canım, insafın bulunmadığı bir yerde insaf dilenmeye geldi; beni, insafsız ayrılığa bırakma!
Sen hekimsin; belki zamanın îsa'sısın! Gitme; bizi böyle hasta bırakma!
Sen bana; "Mağara dostumsun!" dedin; beni mağarada böyle yalnız başıma bırakma!
Sana, bir gece ayrılık çok az bir şey görünür ama, o ayrılığı bir de sen bana sor da, benim için çok uzun olan ayrılığa bırakma.
Az da olsa, gönlüme ateş düşürme; az da olsa, onu önemsiz sayma; beni bırakma!
Nefsim, bitti gitti. Fakat; beni bir kerre daha dinle; beni bu sefer bırakma!(Divan-ı Kebir)
Hem korkarım hem de umudumu yitirmem.
Nasılsa gözyaşı var. Niyaz var.
Gözyaşımı niyaz yapar tekrar bakarım.