Seyit Küçükbezirci
TANIMADAN SEVMEK..
TANIMADAN SEVMEK, TANIMADAN “Şehirli” OLMAK MÜMKÜN MÜ?
İnsanda eğer “Şehirli bilinci”; şehrini “bilinçli” seviyorsa; şehri ile ilgili her şeye ilgi duyacaktır. Şehrinin her şeyini sevecektir.
Biliyor musunuz? Tanımadan sevmek mümkün değil.
Söz gelişi, başka şehirlerden akrabalarınız var, dostlarınız var. Geldiler, gezdiler, gezdirdiniz; size şehirle ilgili soruları olmaz mı? ne sorarlarsa “-Valla, bilmiyorum” derseniz, içlerinden “-Bu ne biçim Konyalı, yahu?” demezler mi? Hatta yüzünüze karşı söyleseler hakları değil mi?
Konya’da nerede ne vardı, ne ne zaman yapıldı, hangi yenilik ne zaman geldi diye diye, yaza yaza rahmetli İbrahim Hakkı Konyalı’nın, Mehmet Önder’in, Avukat Mehmet Ali Apalı’nın dilinde tüy bitmişti. Şimdilerde de Mehmet Ali Uz, Nail Bülbül, yazmayı boyunlarının borcu bilerek, Allah rızası için “Eski Konya’yı anlatıyorlar. Farkında mısınız?
Bu dertleniş, bu “serzeniş” uzun gidecek gibi. Gelin, size, değerini hiç bilemediğimiz, “Konya’nın en eski profesyonel gazetecisi Afif Evren söz açayım. Sonra da Afif Evren’in 66 yıl önce Konya üstüne düştüğü enteresan notları sunayım.
AFİF EVREN VE KIYMETİNİ BİLEMEDİĞİMİZ ÜSTÜNE
“Türk Kurtuluş Savaşı”nın Anadolu’daki önemli desteği Konya “Babalık” Gazetesini, gazetenin sahibi Mazhar Babalık’ın ölümü üzerine uzun yıllar, binbir cefaya dayanarak yayınlayan bir AFİF EVREN var…
Belki kaderin insafsız bir cilvesin, belki yaratılıştan gelen dizgin tanımaz bir ruh yapısının sonucu; son yıllarını açıklı olaylarla dolduran; bence Konya gazetecilerinin en seçkinlerinden biri AFİF EVREN için; “hakşinas” bir “Konya Basın Tarihi” çok şey söyleyecektir. Sanırım, EVREN’in Konya kültür, sanat, folklor, basın dünyasına katkıları, hakkı teslim edilerek yazılırsa eğer; “Konya Sevdalıları” çok “Fatiha”lar okuyacaklardır.
Bir gün, sağlığında çok dostunun yüzene bakmadığı, çok dostunun da küçük yardımlardan öteye geçmediği Konyalı büyük gazeteci Afif Evren’in ardından yazılanları yayınlayacağım. Belki, ezeli hastalığımız “vefasızlık”ın azalmasına faydası olur amacıyla.
Biz zaten, toplum olarak, yaşarken kimin değerini bilmişiz ki?
Yaşarken değerini bilmediğimiz nice seçkin insanımızın ardından ahlı oflu yazılar yazmaya birebiriz. O emsalsiz canların, o altın kafaların, o güzel gönüllerin sağlığında, takdirlerimizin bir kısmını yüzlerine söyleseydik; aramızdan gönül yaraları ile ayrılmazlardı.
Neyse, laf uzun gidecek.
Bugün size, ünlü Konyalı gazeteci Afif Evren’in tam 66 yıl önce yazdığı “Küçük Tetkikler” başlıklı yazısından seçimler sunacağım. Afif Evren, “Konyalı Halkevleri Dergisi”nde yayınlanan yazısında “Afif Evrenoğlu” imzasını kullanmış. İşte, Ağustos-Eylül 1948’de yazdığı yazısından alıntılar. Sizi çok düşündüreceğini, hele hele o yılları yaşamışsanız dudaklarınızda küçücük gülümsemeler oluşturacağını sanıyorum.
Bu arada genç yazarlara, yazı adamı olarak “iddialı” yazarlara bir önerim var. Bir kıymetli kopya veriyorum. Bir gün büyük bir “araştırma ödülü” almak isterseniz; ya da önemli bir “roman” ödülü kazanmak isterseniz “AFİF EVREN’İN SERÜVENİ”ni yazınız. Yazmayı becerebilirseniz, büyük ödül çantada keklik. Ben, “Afif Evren/Bir Gazetecinin Romanı”nı yazmak isterdim. Yirmi yıl önce olsa bu tüyoyu vermezdim. Ama ben de 71’deyim. Hangi birini yazacağım?
İLK TREN, OVAYA İLK SU, İLK AT YARIŞI
“-Konya, trene, 1312-1896 Temmuzun 16’ıncı Salı günü kavuşmuştur.
-Yerli tarihçilerimizden birinin (amud-ı nurani) diye tarif ve tasvir ettiği Konya’daki (İnce Minare) 1 Haziran 1901 de düşen yıldırımla yıkılmıştı.
-Şair Ayaslı Şakir Tokad’a nakledildiğini Konya’nın Sille nahiyesinde öğrenince şu beyti söylemiştir:
“Konyanın Sillesi öyle bizi zar eyledi kim”
“Tokada boynumuzu eğmeye mecbur olduk”.
-Konya ovasının sulanması 1900’ün İstanbul gazetelerinde şu suretle bahis mevzuu oluyordu:
“Devletlü Ferit Faşa hazretleri Konya valiliğine tayin buyruldukları zamandan beri vilayetin muhtaç bulunduğu umur-ı nafiadan fek çokları müşarünileyhin himematı mahsusesiyle suhai husule çıkmıştır.
Ezcümle Karaviran gölü suyunun Konya’nın cesim ovasına isalesi şimdiye kadar bir çok defa mevkii bahse konulduğu halde bu işi deruhde edecek hiçbir kumpanya zuhur etmemişti. İşte ahiren mezkûr gölden su isalesi tekarrür etmiştir. Bu babda ihtiyar olunacak masarifin (250,000) lira raddesinde olacağı tahmin ediliyor.”
-1910’dan evvel büyük devletlerin Konya’da konsoloslukları vardı. İngiltere’nin Konya Vis konsolosluğu 1901 Haziranında kaldırılmıştı.
-Konya’da Hükümetin nezaretinde ilk at koşusu 1901 yılı Haziranının ilk Cumasında yapılmıştır. Koşu, Musalla bağlarından Kadınhanı’na giden şöse üzerinde tertiplenmiş, şehre üç saat mesafede bulunan Akhan çıkış yeri ittihaz edilmişti. Bu mesafeyi Küçükköylü Bektaş ağanın sekiz yaşındaki kırdanlı atı onbeş dakikada, Karaman’ın Eminler karyesinden Çerkez Osman ağanın 7 yaşındaki atı yirmi dakikada almıştı.
EVLERE ÇATI YAPILMASI, KİREMİT DÖŞENMESİ “ZAT-I ŞAHENE”NİN İRADESİ. “ÇATI YAPMAYANI EVİ YIKILA”
-1902 de Konya’ya iskân için gönderilen Kabartay ve Kumuk muhacirleri Ereğli’de yaptırılan yetmiş dört eve aynı yılın Teşrinisanisi içinde yerleştirilmişlerdi.
-Konya şehrinde yapılacak binaların çatı ve kiremitle örtülmesi mecburiyeti ilk defa 1903’de resmen bahis mevzuu olmuştur. Şurayı Devletten çıkan bir karar, damların toprakla örtülmesini yasak ediyor, aykırı hareket edenlerin evlerinin yıkılmasını emrediyordu.
İSTANBUL’DA İŞ ÇOK, ANADOLU’DA HİÇBİR ŞEY YOK”
-Konya “Ticaret, sanayi ve zahire borsası” Konya meclisi umumisinin kararı üzerine, 1893 yılı Teşrini sanisinin başında, Buğday pazarındaki hususi dairede resmen açılmış ve faaliyete geçmişti.
-1920 yılı ilkbaharında Konya merkezinde çay şekerinin okkası 160, ekstra sabun 90, kahve 150, buğdayın Konya kilesi (200 kilo) 13 lira, nohudun okkası 6: fasulyenin 18, mercimeğin 10 kuruştan satılıyordu.
-İstanbul’da “Hürriyet abidesi” Konya’da Atatürk heykeline kaide olan (ziraat abidesi) ile Lise (esik muallim mektebi)(kız muallim mektebi) binaları Mimar Muzaffer bey merhumun eserlerindendir.
Mahsullerine milli sanat zevk ve asaletinin üslubunu veren ve damgasını vuran bu hassas sanatkar İstanbuldan Konya’ya gelirken arkadaşları adeta kendisine çıkışmışlardı:
“Sen çıldırdındamı Konya’ya gidiyorsun? İstanbul’da sana iş bulunmaz”?
O, tereddütsüz şu cevabı vermiş:
-Çıldıran ben değilim sizlersiniz. Konya ve havalisi benim arayıp da bulamadığım bir tetebbu sahasınıdır. Evet İstanbul’da iş çok, fakat Anadolu’da hiçbir şey yok. Asıl orada çalışalım!” kimbilir. Sağ olsaydı, Konya onun daha nice güzel eserleriyle süslenecek, kıymetlenecekti.
-Eski eserlerin de teyidettikleleri gibi medreseliler birbirini sevmezlerdi Medreseliler çalgının ibadete karıştırılmasını doğru bulmazlar, zaman zaman çıkışırlardı. Nakledildiğine göre bir medreseli şair şöyle demişti:
“Giren bilmez, bilen girmez bu bir babı ilahidir”
“Giyen bilmez, bilen giymez bu bir Konya külahıdır”
MESAJ TAHTASI
GÖK NOHUT “ÇIKTI, HABERİNİZ VAR MI?
Nalçacı Pazarı’nda “Gök Nohutçu”nun başındalar. Eskilerin deyimi ile “gözlerinden kan indiriyorlar”.
Anneleri bir eliyle birbirini, diğer eliyle ötekini tutuyor. Ağlıyorlar, gök nohut istiyorlar. Öyle sevimliler ki; şeker gibiler, topaç gibiler; üç/beş karış boyundalar.
Birer deste gök nohudu kucakladılar, hala hızlarını alamadılar, ağlamaya devam ediyorlar.
Nohuttan birer dal istedim; ansızın zınk diye sustular, dillerini şaklatıp “Cık” dediler.
Eminim, “ağa”sınız, “Bey”siniz. Belki kibirinizden burnunuzun ucunu görmüyorsunuz.
Güneyi, gök soğanı, acı marulu, hamıdatlı eriği, musaf deste kayısıyı haber vere vere yoruldum. “Kıyakçılık” yapmamaya da yemin etmek üzerim. Ama, huylu huyundan vazgeçmiyor. Gelin bir “kıyakçılık” daha yapayım, size. GÖK NOHUT ÇIKTI HABERİNİZ VAR MI?
Biliyorum, “Alıvırdım, satıvırdım” seğirtmesinden aklınız başınızda değildir. “Yan ödeme, dik ödeme, döner sermaye” falan filan derken deve yüküyle de elinize para geçtiğini biliyorum.
Ya da, evdekileri “namerde muhtaç etmeyecek kadar” kazanıyorsunuz. Olabilir.
AMA, GÖK NOHUT ÇIKTI HABERİNİZ VAR MI?
Çıkın pazarlara. Yanaşın “gök nohut” arabalarına” –Şurdan bir kucak ver kardeşim” deyin. Görün, bakın torundaki torbadaki sevinci. “Evde çoluk çocuk yok” diyen olursa; sokağınızda, sitenizde o kadar çok çocuk var ki. Belki; siz de “çitlemeye” başlayıverirsiniz.