Taytlı türbanı, pardöseli başı açık!

Taytlı türbanı, pardöseli başı açık!

Dekolte ve türban tartışmalarının, kaleme alınmadığı bir gün, yok gibi… Şimdi, sizlere bu yazı da onlardan biriymiş gibi gelebilir.

Bile bile yazıyorum bu yazımı, bile bile lades diyorum.

Elinizde taşlar, oklar, dilinizde sancılı kelimeler, kızgın ifadeler beni hedef alacak, biliyorum. Umurumda mı? Elbette umurumda ama yazmazsam da kendimle çelişeceğim. Bu nedenle lütfen bana sahip çıkın, dinlemeden kızmayın, asmayın… Elbette yargılayın ama önce bir dinleyin beni.

Ben belki de bunu yazan, zırhsız, kalkansız ilk kalem olacağım. Bu sebepten ötürü, her zamankinden daha ince eleyip sıkı dokuyarak seçeceğim cümlelerimi. Bir nevi ateşten gömlek olan konuyu, en makul şekilde betimlemeye çalışacağım. Birileri yanacak okurken, birileri donacak…Ve birileri belki de beni artık hiç sevmeyecek

“Lafı ağzında geveleme, ne  diyeceksen de Serdem! Haydi başla” diyorsanız haklı olarak..

Yıllar önce, yurt dışında uzun süre kaldıktan sonra memlekete ilk kez izine geliyordum. Taşını toprağını, insanını, hayvanını, iyi kötü her şeyini özlediğim İstanbul'uma kavuşuyordum. Uçaktan indim. Havaalanında, valizlerimle çıkış kapısına ilerlerken, bikinili bir kadının sere serpe uzandığı, filanca firmanın koskocaman reklamına rastladım. Üzüldüm bir an, garipsedim. Ne gereği vardı, böyle bir tanıtım panosunun, İstanbul'umun havaalanında? Dakika bir gol birdi karşılama duvarında!

Modernlikle, yakından uzaktan alakası olmadığını düşündüm ve geçtiğimiz yıllarda bu konu hakkında da yazacağımı yazdım zaten. Her şeyin tadında olmasını savunan biri olarak; seviye, ne bir milim ileri, ne de bir milim geri uzayıp kısalmamalı, diyorum ben.

Su, ne boğacak… Ne de diz altında olacak.

Velhasılkelam, bir müddet sonra, o panodaki bikinili tanıtım, benim gibi düşünenlerin çoğalmasıyla, yerini döpiseyli bir  fotoğrafa bıraktı. Ama hâlâ unutamam, memleket hasretiyle yanan bağrıma, annemin tülbendinin  kokusunu sarıp da, binbir hayali cebime doldurup geldiğim İstanbul'umda, beni karşılayan o neredeyse tamamen cıbıldak kadının yüreğimde oluşturduğu hisleri… Avuçlarımdan kaydı sanki o an ecdadımın şanlı geçmişi ve onları biz yapan değerleri…

Dekolte ve türban tartışmalarının, kaleme alınmadığı bir gün, yok gibi… Şimdi, sizlere  bu yazı da onlardan biriymiş gibi gelebilir. Yazının devamını okumadan önce bana 'söz verin'', okumadan infaz etmeyeceksiniz.

19 yıldır meslek icabı, görselliğin ön planda olduğu ama neden öyle olduğunu bilmediğim, televizyon sektöründe vazife alıyorum. Göze güzel ve hoş görünen şeylerin reyting aldığını savunanlar, bundan 20 sene önce de minicik eteklerin, açık saçık elbiselerin reyting alacağını iddia ediyorlardı, şimdi de... Ben, ismi lazım değil, iki TV kanalından giydiğim kıyafetlerin,reyting getiren kitleye hitap etmemesi sebebinden ayrıldım. Bakınız,üstüne basa basa söylüyorum. Meslek hayatımda bir kez dahi olsa, yanlış amaçlar güden davranışlara rastlamadım. Sen adamsan, herkes adam… Lakin, bu kıyafet konusunda başım çok ağrıdı, çok!

Kendi adıma konuştuğum ve yazdığıma göre, benim teşhisim şudur; Bizler ,alt komşumuz eve geç geldiğinde, kötü kadın muamelesi yapabilen lakin, ''kim- kiminle- nerede' 'adı altında yapılan, hazırlanan magazin programlarını kaçırmayan bir topluma yapısına sahibiz.  Yıllar geçtikçe, “keşke yapmasaydık” dediğimiz hallerimiz, hareketlerimiz yok mu? Var elbette… Herkes kendi söküğünü dikmeye çalışsa bu tip zihniyetler asgariye inecek ama kimsenin buna iliştiği yok. Bu yazıdan sonra da başıma gelecekleri az çok kestirebiliyorum.

''Sen kendine bak'' diyenlerin  yanı sıra, dini açıdan talkımlar verecekler de çok olacak . Hepsine razıyım ama eleştirirken bunu vicdansızca ve ahlaksızca yapmayın. Çünkü ben, çoğunun arasında düşünce ve yaşantı olarak en hakkaniyetini aramaya çalışanlardan olma gayretindeyim.

Allah'tan korkusu olan insanların vicdanları, o kişinin Azrail’idir.  Ölmek;  bir bu ölümlü hayata veda etmek demektir, bir de seni yakan  vicdanınla, baş başa kaldığın her an nefes alıp vermektir. Vicdan, imandan beslenir. Öyle olanlardan olalım inşallah…

''Dekolte giymek tecavüze kapı açabilir'' mealinde görüş beyan eden Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bölüm başkanı Prof. Orhan Çeker'e tepkileri, başı kapalı hanımlarımız da  göstermişti. Her ne koşulda olursa olsun, tecavüzün bir tek sebebi vardır. O da şahsın akıl hastası olmasıdır!

Yani aslında hepimiz iç çeyiz, başı açık, kapalı, yemenili, kınalı, boyalı, türbanlı… Ve her birimiz insan evladı… Bıçak kemiğe dayandığında, içinde Allah korkusu taşıyan herkes, ortak müşterekte kaynaşabiliyor. Ama sonra tekrar, küsebiliyor. Bu demektir ki hamur sağlam ama yoğrulma biçiminde bir sorun var.

Ben her şeyin tencere kapak olmasından söz etmiyorum. Öyle olmalı da demiyorum. Ama,bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumundan hoşnut değilim.

Çalıştığımız kurumda, müdürün odasına, kravatımızı, yakamızı düzeltip,kendimize çekidüzen verip, kapıyı vurarak desturla giriyoruz fakat gelin görün ki, Allah rızası için kılınacak namaza çağrı olan ezan sesinde, istifimizi hiç bozmuyor, yayıldıkça yayılıyoruz. Kendisine çekidüzen veren birini görünce de, diğerlerinden ''abartıyorsun'' sözünü duyabiliyoruz.

Sen, patronun önünde ceketini ilikle, ayağa kalk… Ezan sesinde, radyonun sesini kısma! İstiklal Marşının iki kıtasını bil, gerisine bak ablak ablak! Fatiha süresine Elham de, İhlas'a Kulhuvallah! Adını bilme ama...

Yurtdışında yaşadığım dönemde, çok masum bir sebepten tanık olarak çağrıldığım mahkemede, sağ elimi kaldırıp, yasalar gereği ''doğruyu söyleyeceğime dair'' yemin verdirilmiştim. Gelin görün bizler hâlâ, Kuran’ı Kerim'i duvara asıyoruz, ellemeye korkuyoruz, korkutuluyoruz.

Yahu alsana eline, o senin kitabın! Okusana! Koysana başucuna, niyetin de sindire sindire anlamak olsun. Bırak Şeytan yine bırakmasın peşini ama sen, senin olanı bil! Tozlu raflarda, duvarlarda tutma hazineni.

Bir yerde, belki de çok eskide, dönen çarkın dişlisine kürdan sokmuşlar. Demişler ki, biz bunların kafalarını karıştıralım, neyi niçin yaptıklarını unutturalım.

Kapat başını, git okuluna, yürü mahallenin sokaklarında rahat rahat...  İş bul, çalış ya da çalışma kendi rızanla… Kısaca özgürce yaşa inançlarını… Benim yaşadığım gibi…

Ama lütfen, altına tayt giyip, üstüne uzun kollu, daracık bir kazakla dolanma ortalıkta… Başın kapalı lakin tüm hatların meydanda! Ne anladım ben bu işten!

Evet biliyorum benim haddime düşmez sana bunu söylemek.

Belki de tamamen aile baskısıyla örtünmüş bir yüreksin ya da kendince haklı tüm sebeplerin. Sen yine de şunu asla aklından çıkarma: Senin güzelliğin kalbinde, bırak görebilenler seni sevsin. Aksi taktirde,İki ucu da güzel kokmuyor değneğin.

Yani, yaz ayında,pardösü ile dolaşan, saçları rüzgarda savrulan bir bayan gibisin…

Serdem Coşkun - Haber 7